Hayrettin Geçkin

Zaman zaman Zeynep (eşim) beni uyarıyor. Diyor ki; “bazı ifadeleri yazılarında çok sık tekrar ediyorsun. Örneğin ‘Mümkün hayatlar, mümkün insan ilişkileri.’ ‘ileri bir insanlık’, ‘doğayla bir sevgili yakınlığı’, ‘adil, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir dünya’, ‘baş başa düş düşe vermek’… Daha da var saydıkları.

Haksız değil ama. Sahiden öyle yapıyorum. Ama söz darlığından değil bu. Benim yazılarımın, adım olmadan mührüdür bu ifadeler. Çünkü bir umut işçisiyim, düşçü gerçekçi biriyim. Düşlerimin de gerçeğin sınırlarına alınmasında ısrarcıyım… Ve buna bağlı olarak eylem adamıyım.

Pısırık, korkak, salt kendini seven, başkalarının acılarına seyirci kalan, dayanışmadan kaçınan ve çevreye duyarsız kalan biri olursam kendimden iğrenirim ki bu kesin…

Bir kerelik yaşamımda herkes için özgürlük, herkesin yaşam hakkı ve bunları savunmak benim duruşum… Özgürlüğüm kaynağını başkalarının ve doğanın haklarını savunmaktan alıyor. Ne yapabilirim ki!….Şiirlerim de bu seyirde. Diyeceğim Zeynep’in saydığı, yinelediğim ifadeler bir ibadet gibi bilerek, isteyerek ve tasarlayarak yazılarıma aldığım ifadelerdir. Benim ki bir Müslüman’ın her dua okuyuşunda “bismillahirrahmanirrahim” demesi gibi bir şey…

Gelecekçiyim çünkü. Geleceğin beklenmeyeceğini, yapılıp yaratılması gerektiğini düşünüyorum her daim. Her türlü ifademi de bu yinelediğim yedi sekiz ifadenin üstüne inşa ediyorum… Bunlar bir kaide görevi görüyor yazılarımda…

Korona virüs karşısında insanlığın aciz kaldığı ve ona karşı birlikte tavır aldığı, almaya çalıştığı şu günlerde bir dünya görüşü olarak düşçü gerçekçi yaklaşımlarımın bana iyi geldiğini ve bir ölçüde beni koruduğunu hissettim. Parayı bir amaç değil bir araç olarak görmek gerektiğine ilişkin düşüncelerim daha çok güçlendi. İnsanın kazancını mala mülke ve eşyalara harcayacağına kendisini geliştirecek deneyimlere harcaması aklıma daha çok yatmaya başladı. Kendi kendime diyorum ki duygusal anlamda alma-verme dengesi daha insanidir ve insanın yaşam kalitesini artıracak şeydir.

Dayanışmayı oldukça önemli buluyorum. İnsanlara sıcak davranmayı, kimseyi kırmamayı… Annemin, “yapmadığın gönlü sakın yıkmayasın oğul” sözü ise kulağımdan hiç çıkmaz.

Sürekli olarak insanlara negatif duygular aşılamaya çalışan, bencil, doyumsuz insanlara zaman ayıracak kadar uzun bir ömrüm yok, bunu geç de olsa anladım. Konuşmayanlardan, gülümsemesini bilmeyenlerden sorusu olmayanlardan ve olup bitenler karşısında “bana ne” diyebilenlerden korkuyorum açıkçası. Konfüçyüs ün “konuş ki seni göreyim” sözü benim için insan ilişkilerinde belirleyici.

Kendi yaşam pratiğimden anladım ki sadelik, estetik olandır. Çok fazla eşyanın olduğu bir odada ne kitap okuyabilirim ne de bir şey yazabilirim. Su bile iştahla içilmez böyle yerlerde diye düşünürüm hep… Ne derseniz deyin bana öyle geliyor.

Doğanın kuralarına uyarak, onunla sonsuz bir ilişki içinde olmayı bir yaşam biçimi seçerek kalan ömrümü daha anlamlı hale getirmek istiyorum. Ona minnettarlığımı; onu korumak için elimden geleni yaparak gösterebileceğime de inanıyorum ayrıca. Bu nedenledir ki her daim ağaçların, kuşların, börtü böceğin ve suların yanındayım.Bir şiirimde geçen “ağaçlar yurdumuz” dizesine, olur olmaz zamanlarda dilimin ucunda rastlayışım bundan olmalı.

Söz nerden açılmıştı? Yinelediğim ifadelerden! Onları seviyorum. Dedim ya topu topu yedi sekiz tane zaten. Ne yapayım, başka bir şeyim yok ki. Sayın ki onlar da benim mal varlığım! Tahta atımın, taş arabamın yerine de seviyorum onları. Bari onları kaybetmeyeyim. Kaldı ki dünyaya nereden gidilir soruma onlar yankı veriyor. Yarın güzel olacaklar satan biriyim ya! Düş fiyatına… Bir çerçi gibi sokak sokak dolaşırken de işimi kolaylaştırıyorlar onlar benim.

Hayrettin Geçkin