Korona virüs küresel salgınının ülkemiz ve dünya ekonomisine olumsuz etkisi kaçınılmaz bir gerçektir. Bu durum daha çok da çöküşe meyilli ekonomiler için felaketin habercisidir. Bu etki sosyal hayatta olduğundan çok ekonomide daha yoğun olarak hissedilecektir.

Korona küresel salgın krizi bizim ülkemizde ekonomik ve siyasi çöküntünün zirve yapmakta olduğu döneme denk geldi. Ve olumsuz etkisini hemen daha ilk günden göstermeye başladı. İnsanlar aç kalma korkusuyla paniğe kapıldılar. Hatta stokçuluğa yöneldiler. Daha ilk gün temel gıda ve dezenfekte maddelerine hücum ettiler, marketler adeta talan edildi.

Kabul etmek gerekir ki alınacak tüm önlemlere karşın küresel boyuttaki Korona virüsü krizinin ekonomiye ve sosyal hayata olumsuz etkileri artarak devam edecektir.

Şu birkaç aylık süreçte bile sınırlı bazı temel gereksinim maddeleri dışında üretim neredeyse durma noktasında geldi. Hizmet sektörü adeta devre dışı kaldı. Dış ticaret derseniz dip yaptı gibi.

Böyle durumlarda hükûmetler ardı ardına ekonomik ve sosyal destek paketleri hazırlayıp sunsalar da bizim gibi ülkelerde bunun sürdürülebilirliği ya yoktur ya da etkisi kanayan yaraları sarmaya yeterli olmayacaktır. Devletin bütçesi sürekli açık vermekte, ne yazık ki bundan kurtulamamaktadır. İşte bu yıl da bütçe 139,8 milyar lira açık vermiştir. Yani devlet kasası tam takırdır. O nedenledir ki Cumhurbaşkanı Erdoğan vatandaş ve kurum ve kuruluşlar nezdinde yardım kampanyaları başlattı. Bu yardımlar çok büyük oranda kamu bankaları ve kamu kurumlarından gelse de, krizden etkilenen kesimlerin yaralarını sarma konusunda “devede kulak” misali kaldı gibi.

Eğerki etkin önlemler alınmazsa Korona virüsü küresel salgını öncesi de yoğun olarak yaşanmakta olan işsizlik, yoksulluk ve yoksunluk kriz sonrasında daha da artacaktır. Ancak siyasi iktidarlar böylesi krizleri ve hatta savaş dönemlerini fırsata çevirip oya tahvil edebilir.

Dünya ülkeleri ve ülkemiz geçmişte de farklı boyutlarda ekonomik krizlere maruz kalmıştır. Ancak Korona virüsü salgınının ekonomilere etkisi sanırım öncekilere pek benzemediği gibi yıkıcılığı daha fazla olacaktır. Öyle ki vergi ertelemeleriyle, batan küçük ve orta ölçekli işletmeler ile şirketlerin borçlarını devletin üstlenmesiyle de bu sorunun kolay kolay halledilemeyeceği görülmektedir.

Bu bağlamda değerlendirildiğinde gelinen noktada kamusal sağlık yatırımları, harcamaları, çalışan kesimlerin iş güvencesi vb. konularda mevcut sistemin yeniden gözden geçirilmesi gerekecektir. Yani uygulanmakta olan neo-liberal politikaların yeniden masaya yatırılması, belki de yeni bir sitem arayışına girilmesi gerekecektir.

İnsanlar varoluşlarından bu yana hem bireysel hem de toplumsal gereksinimlerini karşılamak için her türden üretim faaliyetinde bulunmaktadırlar. Böylesi küresel salgın kaynaklı kriz dönemlerinde devletin çeşitli kısıtlamaları nedeniyle üretim düştüğü gibi, maliyetler de artacaktır. Hâliyle maliyet/gelir dengesi bozulacaktır. Artan maliyetlerin tüketiciye yansıması daha yüksek olacaktır. İşsizlik artacağı için kitlelerin alım gücü (talebi) düşecektir. Eğerki kitlelerin alım gücü iyileştirilmezse, yapılan üretim de bir işe yaramayacaktır. Yani üretici malını satacak pazar (alıcı) bulamayacaktır.

Bütün bunlar birlikte düşünüldüğünde “Korona virüsü ekonomik ve sosyal dengeleri bozabilir mi?” sorusu akla gelmektedir. İşte böylesi bir durumda önlem için devletin ekonomideki rolü, sosyal devlet niteliği daha bir öne çıkması gerekecektir. Çünkü bir süre sonra ekonomik kriz korona virüsü krizinin de önüne geçecek ve sosyal dengeleri de bozacaktır. 29.04.2020

SMMM Gökhan DEDE