Yıl 1982 aylardan Şubat. Erzincan 2.nolu askeri cezaevindeyim. Topcu Tugayının yemekhanesi olarak kulkanılan bodrum kat 12 Eylül sonrası cezaevi olarak düzenlenmiş. Sağcısıyla, solcusuyla bütün siyasi guruplar kümeler halinde aynı katta kalıyoruz. Daha sonra tuğla duvarlar örülerek zemin kat koğuşlara bölündü. Koğuşlar dedimse, katın içine belli aralıklarla birbirine paralel beş duvar örüldü. Ön taraflara demir parmaklılı ve asma kilitli kapılar takıldı. Dış duvar ile demir parmaklıklı kapılar arasında kalan koridorda da piknik masasına benzer 8’er kişilik masalar var. Yemek Masası olarak kullanıyoruz.

Çözüm için cezaevine ilettiğimiz bazı sorunlarımız var. Ama ne yazık ki bir türlü çözülmüyor. Bu yüzden açlık grevine gitmeye karar verdik. Ve açlık grevinin 9 veya 10.günündeyiz. Arkadaşlarda bir gevşeme olduğunu hissediyoruz. Her an grevi bırakanların olması kaçınılmaz gibi duruyor. Moral vermek lazım. Ranzanın üst katında yatağımın üstüne uzanmış tam bunları düşünürken; yaşı bizlerden bir hayli küçük (lise 2.sınıf öğrencisi idi sanırırm) Tokatlı Hüseyin Cengiz yanımdan geçiyor. Ben koğuşun en yaşlısı Hüseyin en genci. Arkadaşlara moral vermek için iyi bir fırsat. Hüseyin’e, “havan kime lan gençliğine mi güveniyorsun” diye laf atıp omuzundan yakaladım. Muradım yere inip güreş tutmak. İnip Hüseyin’e daldım. Dalmaz olaydım! Belimde şimşek gibi bir ağrı çaktı. Öylece kala kaldım, düzelt düzeltebilirsen. Yatmak için ranzanın üstüne çıkmam mümkün değil. Altta yatan arkadaşla yer değiştirmek zorunda kaldım.

Ertesi gün cezaevi revirine gittim. Doktor bel fıtığı dedi, bir iğne yaptı. 4 tane iğne ile bir de kas gevşetici yazdı. Kas gevşeticiyi her öğün gardiyanların getirip vereceğini iğneleride her gün gelip kendisinin yapacağını söyledi. Ben perşembe akşamı rahatsızlanmıştım. Cuma revire gittim. Pazartesi de duruşmam vardı. Haliyle bel ağrımda hiç bir azalma olmadan duruşmaya gitmek zorunda kaldım.

Bu çıkacağım ikinci duruşma idi. Birinci duruşmada yaptığım savunmayı dinleyen herkes büyük bir ihtimalle tahliye edileceğimi düşünmüştü. Hatta o duruşma arasında konuştuğum bir başka arkadaşın avukatı tebrik etmiş ve tahliye kararı verilme ihtimalinin çok yüksek olduğunu söylemişti ama tahliye edilmemiştim.

Bu ikinci duruşma da tahliye için ben de çok umutluyum. Neyse duruşma başladı, söyleyeceklerimizi söyledik tahliye taleplerimizi bildirdik. Karar için duruşmaya ara verildi. Tekrar duruşma başladı. Hakim kararı okuyor. Davada sanık sayısı bir hayli kabarık ve kararı sanıklar ayakta dinlemek zorunda. Kararın okunması bitecek gibi değil. Ama benim takatim de buna yetecek gibi değil. Kendimi ayakta tutamıyorum. Ağır ağır yere yığılıyorum. Hakimin soluklanmasından istifade el kaldırıp, maazeretimi bildirerek kararı oturarak dinlememe izin vermesini talep ettim. Talebim kabul edildi. Kararı oturak dinledim.

Tahliye edilmiştim.

Duruşma bitti. Tahliye işlemleri için cezaevine dönmek zorundayız. Ama bizi cezaevine götürecek araç bir türlü gelmiyor. Yine benim ayakta durabilmem sorun olmağa başladı. Bu sefer bizi taşıyan aracın sorumlusu astsubaydan bir kenara oturmak için izin istedim. “Hayır olmaz” dedi. Ne düşündü bilemiyorum bir süre sonra yanıma geldi, “sen tahliye oldun değil mi” diye sordu. Evet deyince, “geç şu karşıdaki banka otur” dedi. Bu sefer de ben oturmayı reddettim.
Astsubay nedenini sorunca da yaptığınız ahlaki değil. Hasta insan, suçlu, suçsuz, tahliye edilmiş, tutuklu kalmış ayrımına tabi tutulmaz. İnsan insandır. Suçlu da olsa hasta hakları diye bir şey var, bundan faydalandırılmalıdır. Sizin bu ayırımcı tutumunuzu protesto için oturmayacağım dedim.

Bel fıtığından daha fazla ızdırap çektim bu yönetimin pandemi üzerine yaptığı uygulamalar yüzünden. Yaş gereği sakıncalı sayıldık, öylesi bir ayrımcılığa tabi tutulduk ki, saldırıya uğrama korkusu ile sokağa çıkamaz olduk, sokağa çıkma yasağı yokken.

Sonra eve hapsedildik. Elbet eve hapsedilmekte bir sorun yok. Ama terkedilmişlik hissi çok kötü. Köylüler bile kışın hayvanlarını ahıra kapatınca öyle ahırın kapısını çekip gitmiyor. Günde iki kez (sabah akşam) ahıra girip onların altını temizliyor. Yemlerin veriyor. Günde iki kez de su içmesi için dışarı salıyor. Bir müddet dışarda dolaşmalarına fırsat veriyor. Haftada bir iki kez de ahıra girip onların tımarını yapıyor. Biz 45 gündür kapatıldık eve ne arayan var ne soran. Durumumuza dikkat çeken siyasilere iktirdan verilen cevap: ” bu ülkede ezanlar susmayacak, bu ülkeyi kimseye böldürtmeyeceğiz. Bu darbeci zihniyeti tasviye etmemiz şart” şeklinde zart zurtlar…

Şimdi de eksik olmasınlar lutfedip haftada bir kez 3 saat dışarı çıkmamız için karar almışlar.

He vallah hebillah içimden bir duygu “ulan sizin vereceğiniz iznin de sizin de içinize ….” de ve “oturmağa devam et evde….” diyor.

Metin Gümüş