Ayvası narı var, bahçesi var, bağı var, Atamızdan yadigâr, Bizde Atabarı var.” Bu dizeler sanki Ballıüzüm’e bakılarak yazılmış.
Küçük, butik bir köy ama içinde ne yok ki. Cenneti tarif edenler burada gördüğünü yazmış olmalı! Meyve bahçeleri teraslarda yer bulmuş. Artvin’i görmeden cennetin tanımını yapamazsınız demişti merhum Emin Özgün. Ballızüm Köyü bu sözü doğruluyor. Aslında küçücük bir köy. Sarıbudak köyünden 1954’te ayrılmış. Etrafı kayalarla çevrili kıraç bir coğrafya… Ama köyün kendisi yemyeşil, verimli bereketli bir köy.
Teraslar çekilmiş, toprak başka yerlerden getirilmiş. Adeta taşıma toprak ile köy inşa etmiş karınca, arı misali çalışkan insanlar. Çöl ortasında “vaha” gibi bir yer emek ve alın terinin, çalışkanlığın butik köyü Ballıüzüm… Ballıüzüm köyünün genç bir muhtarı var. Ali Fuat Beyaz… Onunla köy ile ilgili söyleşi yapacağız. Gerçekten çok güzel ve farkındalık yaratan çalışmaları var. Onu siz değerli okuyucularımızla paylaşacağız.
Bu köy 30-40 hanelik bir köy. Her evden mutlaka okumuş, önemli yerlere gelmiş bürokrat, siyasetçi, öğretmen mimar, mühendis, akademisyen, doktor çıkmış. Eski adı Drink. Emekli Öğretmen Hasan Yavuz, Ballıüzüm isminin nereden geldiğini şöyle anlatıyor; Dring köy olduktan sonra bu köyü ziyaret eden dönemin Valisi kendisine kıştan kalan Nisan, Mayıs ayında ikram edilen üzümün tadına bayılır. Bu köyün adı “Ballıüzüm” olsun demiş. Ballıüzüm ismi de buradan geliyormuş.
1950’lerden sonra bilinçli olarak uygulanan (yanlış) politikalar neticesinde köyden kente insanlar taşındı! Köylü artık milletin efendisi değil, ona buna boyun eğen, sefer tasına muhtaç edilen sefilleri yaşayan fabrikalarda üç kuruşa yaşam savaşı veren varoş olmuştu! İleriye gidişin geriye dönüşü bu politikalarla gerçekleştirildi. Köyün efendisi şehrin modern kölesiydi artık!
O yıllarda nüfusumuzun %60-70’i köylerde yaşardı. Köy Enstitülerinin kuruluş amacı da köylerdeki yaşam kalitesini artırmak, ülkenin gıda üretimini doğal olarak yaklaşık 40 bin köyde yapmaktı. Her köy aslında 1 doğal fabrikaydı. Ülke bu köylerden eti, sütü, yağı, yoğurdu, balı, reçeli, buğdayı, arpası, meyvesi sebzesi karşılanırdı.
Köy Enstitülerinin kapatılmasıyla şehirlere göç akını başladı. Ülkenin çöküşü bu tarihte başladı aslında. Şehirler kapitalist sistemin insanlar için kurduğu çatısız, gardiyansız hapishaneleri oldu. Her adımın bir bedeli vardı. 50 kuruşa aldığı suyu 1 TL’ye çiş ettiren sistem (kapitalizm) insanları yoksullaştırdı. Namerde muhtaç hale getirdi. Üreten değil, tüketen devasa bir toplum yaratıldı. Sonuç, 100 milyarlarca dolar borç, 100 milyarlarca dolarlık hastalıklı gıda ve diğer ihtiyaçlar ithal edilmeye başlandı. Oysa dünyada bu modelle kalkınmış tek bir ülke örneği olmadığı gibi, zaman içinde bu tür ülkeler yok olma noktasına gelmiş ve tarihe karışmışlardır.
Hakan Aydın ile birlikte Seyfettin-Nebahat Altıkulaç’ın evine geçiyoruz. Uzun zamandır, bir köye gelin, iki lafın belini kıralım, bir köyün havasını ciğerlerinize çekin diyordu Seyfettin Öğretmen. Bu vesileyle de gitme zorunluluğu duyduk.
Seyfettin Altıkulaç, çok farklı bir öğretmendi. Öğrencilerini önce özgüvenli yetiştirirdi. Sendika başkanlığı yaptı uzun zaman. Eğitim Sen Artvin Şube Başkanı iken onunla birçok Radyo Programı yaptık. Sendikaların bir siyasi partiye, bir düşünceye ya da başka bir oluşuma arka bahçe değil, emeğe saygı için kurulduğunu ve emeğin hakkını savunması gerektiğine vurgu yaptı hep!
Sen 50 yılda her şeyde olduğu gibi sendikaların da bozulduğunu amacı dışında kaldığını savunuyor! Eğitim Sen’in emeği, doğayı, yaşamı, insan onurunu savunmaya devam ettiğini söylüyor. Buna karşın gerçek sendikaların gücünü ve direncini kırmak için sarı sendikaların kurulduğuna da dikkat çekiyor. Bu durumun sermayenin emeğin üzerinde hükümranlık sürmesine neden olduğunu dile getiriyor! Emeğin, üretimin artık yapılmadığı gerçeği ile karşı karşıya kalındığını, bunun da ülkeyi ve 82 milyon insanı felakete sürüklediğini belirtiyor.
Balıüzüm köyü topraklarına baktığınızda verdiği ürünlerle insanı hayrete düşürecek kadar bereket fışkırıyor. Âşık Veysel’in “Benim sadık yârim kara topraktır.” Türküsüne örnek verilebilecek kadar verimli maket bir köy… Köyde maalesef gençler yok. Emekli olmuş yaşı 60’ı geçmiş insanlar var. Emekli Öğretmen Seyfettin Altıkulaç köydeki eski evini yeniden yaptırmış, Ütüne ahşap kat atmış. Şirin güzel bir ev yapmış. Kızı Artvin’de özel bir şirkette çalışıyor, dolayısıyla haftada bir ancak köye gelebiliyor.
Oğlu Savaş Altıkulaç ise 33 yaşında iken 2015 yılında vefat etmiş. Bir anne baba için en büyük acı “evlat acısıdır” diyor Seyfettin ve Nebahat Altıkulaç çifti. Baba Altıkulaç hala mezarlığa gidemiyor. Anne Nebahat Altıkulaç ile birlikte Savaş’ın arkadaşı Hakan Aydınla beraber mezarlığa gidiyoruz. Anne Altıkulaç,” Oğlum, bizi bıraktın gittin. Ciğerimizi yaktın. Seni hiç unutamıyoruz. Dua etmekten başka bir şey yapamıyoruz. Diyor.
Savaş Altıkulaç, çok yönlü, sanat, doğa, kültür alanında duyarlılığı, hassasiyeti çok yüksek bir gençti. O, Cerattepe davasında yürütülen mücadele ile büyüdü. Hep en öndeydi. Aynı hassasiyetle yaşayan ve mücadele veren 6 Nisan 2013 yılında gerçekleştirilen “Büyük Maden Mitinginde” konuşma yapan ve herkesi duygulandıran 85 yaşında hayata veda eden Cerattepe savunucusu akrabası köylüsü Ali Rıza Ülker ile aynı mezarlıktalar. Onlar Artvin’in dostu, neferiydi. Hiçbir zaman küçük menfaatler için davalarını, illerini, köylerini, geleceklerini satmadılar. Biz ölürüz ama asla rıza göstermeyiz dediler. Onların bu haykırışları hafızalarda yaşıyor. Artvinlilerin tanımını yaparken isimleri anılarak bu güzel yürekli insanlar anlatılıyor. Ruhları şad olsun, ışıklar içinde uyusunlar.
Seyfettin Altıkulaç, Milli Eğitim’de yaşanan olumsuz gelişmeler, eğitimin dibe vurması, öğretmene saygının kalmaması nedeniyle emekliliğini istedikten sonra köye çekilmiş. 35 yıllık emeği nedeniyle aldığı tazminatın büyük kısmını ev için harcamış. Yeni yaptırdığı ve 50 bin TL’ye mal oldu bu küçücük inşaat diyerek başladığı konuşmasına; mütevazı malikâneme, hoş geldiniz. Öyle 1000 odalı bir saray değil. Ama benim için çok daha fazlasıdır, alın teridir, bundan dolayı değerlidir. Emekli olduktan sonra eskiyen tek katlı evimizin üstüne bu katı yaptırdım. Memurun emeklisinin aldığı tazminattan, maaştan ne yapılabilir ki? Her şey çok pahalı… Bu inşaat 50 bin TL’yi geçti. Ama güzel oldu.
Hani derler ya işin yoksa şahit, paran çoksa kefil ol. Köyde yaşarsanız bunlara gerek kalmıyor. Emeklinin zamanı çoktur, eğer şehirde ise çünkü işi yoktur. Git kahveye okey oyna, batak oyna, güneşsiz kal, saatlerce otur. Sağlıksız bir şey ama maalesef şehirde hayatımız böyle geçiyor! Onun için çalışırken yapamadığı işleri bir bir yapmaya başlar. Tabii o zaman gençken yapamadığını yaşlanınca yapmak zor ve zahmetli oluyor. Ama yavaş yavaş yapıyorsunuz işte. Evi yaptırdıktan sonra şurada gördüğünüz bahçeyi yaptım. Önce kayaları kırdım, temizledim, set duvarlar yaptırdım. Daha sonra dışarıdan toprak getirerek teraslar yaptım. 5 terasım var. Buraya da üzüm, sebze, meyve diktim. Bizim köyümüz gerçekten çok verimli, çok bereketlidir. Yılın 4 mevsiminde ürün alabilirsiniz. Tam bir Akdeniz iklimi mevcut. Hanımla birlikte çalışıyoruz, Kendi ekmeğimizi kendi fırınımızda pişiriyoruz. Bakın yarın öbür gün şehirler artık yaşanmaz hale gelecek.
Bunun emarelerini çok net görüyoruz. Çok anormal durumların yaşanabileceği bir dünya düzeni içindeyiz. Çıkarların, menfaatlerin öne çıktığı, mertliğin, dostluğun öldüğü, merhametin, sevginin, şefkatin, ahlakın, insan ve doğa sevgisinin yok olduğu acımasız cellat bir anlayışlın hüküm sürdüğü bir çağ da yaşıyoruz!  Bakın karşı yol Oruçlu köyünün yolu. Cerattepe’ye de çıkar. Oradan her gün kamyon kamyon ağaçlar iniyor. Müthiş bir doğa katliamı var Artvin’in, Türkiye’nin her yerinde. Bu insanlar köylerine dönmek zorunda kalacak. Bu gidişle dönecek köyleri de kalmayacak!  Bakın köyde şehirden neredeyse hiçbir şey almaksızın yaşama imkânımız vardır. Yeter ki toprağına, bağına, tohumuna sahip çık, saygı duy… Dünyanın en cömert bankasıdır aslında toprak bank. Siz 1 veriyorsunuz, karışlığında size karşılıksız bin veriyor. “Yeter ki bana gel, benle dost ol” diyor.
Ballıüzüm köyü böyle bir köy. Teraslarla bağ bahçe yapıyoruz, burada yetiştirdiğimiz meyve sebzeyi yıl boyunca toplamayı yetiştiremiyoruz. Geçmişte buradan Ardahan’a, Erzurum’a kamyon kamyon meyve sebze giderdi. Şimdi dışarıdan sera ürünleri geliyor!
Anadolu aslında çok verimli. Hiçbir şeyi dışarıdan almak zorunda değiliz. Meyve ve sebzelerimiz, hayvanlarımız bize döke döke yeter, İhraç ederiz, bundan yüklü döviz de elde ederiz. Ama otu, eti, iğneden ipliğe her şey mi ithal edilir? Üreten bütün fabrikaların kapısına kilit vuruldu arazileri satıldı. En son şeker fabrikalarımız gitti.
Tek çaremiz var. Köy Enstitüsü mantığına dönmek. Yeniden üretim seferberliğine dönmek. Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesine sahip çıkarak komşularımızla sadabat paktı benzeri oluşumlar kurarak barışı tesis edebiliriz. Ancak emperyalist ülkeler buna izin vermiyor! Yakın tarihten örnek vermem gerekirse, b u politikaları benimseyen Ecevit hükümetini alaşağı etmişlerdi hatırlayın!
Eşi Nebahat Altıkulaç’da aynı şeyleri söylüyor. “Bizim insanımız çalışkandır. Üretendir, ürettiğini paylaşmasını bilen, kapısını kilitlemeyecek kadar dürüsttür. Ancak ne zaman ki topraktan uzaklaştırıldık, bozulmalar da başladı. Hırsızlık, çekiştirme, dedikodu, kavga, nefret hâkim olmaya başladı. Çünkü insanların çalışacağı, ,üreteceği alanlar yok edildi. Köylerden şehirlere inen insanlar için çalışma yapılmalı. Devlet köye dönenlerin sigortasını karşılasın yeter. Ürettiği ürünlerine alım garantisi verdiğinde bu insanlar fazlasını üretir.
Ben 60 yaşını geçmişim, hala çalışıyorum. Toprak benim her şeyim. Ne istiyorsam onu ekiyorum misli ile alıyorum. Sağlıklı, doğal gıda üretiyorum. Ekmeğimi kendi fırınımda doğal maya ile yoğurup pişiriyorum. Toprağına sahip çıkarsan hiç kimseye boyun eğmez, muhtaç olmazsın. Ben burada eşimle birlikte pestil, küme üretiyorum. Meyve, sebze üretiyorum. Köyde yaşamak insana huzur veriyor. Şehrin betonundan, gürültüsünden, dedikodusundan uzak insanca yaşam köyde var.
2015 yılında oğlum Savaş’ı henüz 33 yaşında iken kaybettik. Bir anne kalbi evladının acısını asla unutmaz. Savaş’ın yatak odasını yeni yaptığımız eve aynen yerleştirdim. Eşyalarını, yatağını, gardırobunu yerleştirdim. O oda Savaşımındır.
Onsuz yaşamak gerçekten çok zor. Ama bir de kızım var. Artvin’de özel bir şirkette çalışıyor. Anne baba evlatları için vardır. Onun için derler ki anne baba evlat için, evlat kendi başı için… Bu arada 11 Ekim Kız evlatları günüymüş. Ben de kızımın bu anlamlı gününü kutluyorum bir anne olarak. Hep mutlu olsun… Son olarak; köyümüze, evimize geldiniz. Geçmişte benim birçok haberimi yaptınız. Pazarda sattığım meşhur köy ekmeğimden dolayı “Ekmeğini ekmekle kazanıyor” başlığı ile haberlerimizi yaptınız. Çok teşekkür ediyorum. ”dedi.
Hakan Aydın ve Sami Özçelik olarak Seyfettin ve Nebahat Altıkulaç’a gönülden teşekkür ediyoruz. Biz Cerattepe neferleri sevgili Savaş’ın, Ali Rıza Ülker’in mezarını ziyaret için geldik aynı zamanda. Köyde hiç genç göremedik. Çocuk göremedik. Bu içimizi burktu. Okullar varken köyler cıvıl cıvıldı. Şimdi geleceği olmayan bir yer olmuş. Kala kala yaşı 60’ı geçmiş insanlar. Onlar da ahrete göç ettiğinde sanırsam köylerin de selasını verirler! Çünkü şehirlerle zehirlenmiş yeni nesil de köye dönüş için pek istekli değil.