Ülkemizin, insanlarımızın en hüzünlü olması gereken günlerden biri; ama yazık ki kutlu ve mutlu değil.

Kürsülerden bakınca, kürsülere bakınca her yerden yerli ve milli fışkırsa da(!) toprağa ekilen tohum yabancı, yöneten zihniyet bu ülkeye, insanlarına yabancı. Yabancı tohumdan yola çıkılınca yerli ve milli olunması zaten olanaksız.

Geçmişte yerli tohumu yaygınlaştırmaya çalışan iki bakan; Hüsnü Yusuf Gökalp ve Salim Uslu saf dışı bırakılmış. Yerlerine uluslararası tarım firmalarının piyonları getirilmiş.

Milletin efendiliğine lâyık görülen köylüye milletin sırtında yük gibi bakılır olmuş. Köylü köyünden, çiftçi toprağından koparılmış. Kapısının önündeki birinci sınıf araziyi boş bırakan köylü, küresel marketlerin en has müşterisi. Nüfusun % 7.5’u köyde yaşıyor; ama köylü değil; çünkü üretmiyor. Fırınlar merkezden 60 km. uzaktaki köylere, kepeği alınmış vitamini çalınmış ekmek taşıyor. Kızlar şehirde asgari ücretin altında bir maaşı olan delikanlıyla evlenip ömür boyu sürünmeye talip olurken 300 koyunuyla, 40 kovan arısıyla köyün en zengini olan yağız delikanlının yüzüne bakmıyor.

Tarım kanunu madde 21;”Tarıma milli gelirin en az %1’i kadar destek verilir.” diyor. Bizimkilerin desteği, %005(binde 5)i bulmuyor. Devede kulak destekleme ödemeleri bile bir yıl geriden yapılıyor. Mazot fiyatının yarısı KDV, ÖTV. Gübre fiyatına yetişmek imkânsızken KDV yetmezmiş gibi nasıl bir özel tüketimse artık; bir de ÖTV ekleniyor.

Tarımsal ihracat yasaklanıyor. Hasat zamanı ithalat yapılıyor. Toprak emekçisi her adımda cezalandırılıyor. Ardından Cumhurbaşkanı kalkıyor; “Ekilmemiş bir karış toprak bile bırakmayacağız.” diyor.

İyi de köydeki 70’lik dede, nine mi ekecek toprağı? Tohumu, gübreyi, mazotu nasıl alacak. Asalak merkez, taşra ziraat teşkilatı, mabadını koltuktan kaldırıp teknik destek sağlayacak mı? Yozlaşmış kültürel dokuyu nasıl kırıp köylü delikanlıları nasıl gözde damat adayı yapacağız?

Bu sorulara verecek cevap var mı? Olmaz olur mu? Bir sürü hem de… “Bizi kıskanıyorlar. Bu sevda bitmez, ezan susmaz, bayrak inmez!”

Toprak yalnızca öldüğümüz zaman bizi kucaklayan sadık bir dost değildi eskiden. Anamızdı, nasırlı elleri boş çevirmeyendi. Karşılıksız verendi. O bizim hep öz anamız, babamızdı; ama biz ona üvey evlatlar gibi davranır olduk yıllardır.

Bu açmaz artık vatandaşın aşamayacağı bir boyuta vardı. Türkiye bugünkü ekonomik, sosyal ve eğitim yapısıyla, AR-GE’ye ayırdığı payla maalesef yüksek teknolojide dünya devlerine yetişemez.

CORONA günlerinin gözümüze soktuğu bir gerçekle yüzleşmeliyiz. Yemek en temel ihtiyaçtır. Gıda stratejik bir üründür. Basit maliyet hesaplarına gelmez. Sorunlarımızın en kestirme çözümü, tarımı yeniden ele almaktır. Ekilmeyen topraklar, mülkiyet hakkı korunarak, mülk sahibine sembolik bir pay verilerek ekenlere tahsis edilmelidir. Masa mahkumu, kalem efendisi değil de köylü olan üreten ziraat mühendisleri, veteriner hekimler yetiştirmeliyiz. Onları köylerde istihdam etmeliyiz. Milli tohum politikasını acilen yürürlüğe koymalıyız.

İthalat yoluyla yabancı ülkelerin köylülerini desteklemekten vazgeçip kendi köylümüze destek çıkmalıyız.

Kürsülerden sallamakla çözülmez bu sorun. Toprağı ellemenin, bellemenin, ekip biçmenin; ekileni, biçileni uygun biçimde işlemenin, piyasaya sürmenin tam zamanıdır.

Bunlar yapılmadıkça çiftçilerimizin ne bu günü ne de yarınları kutlu olacaktır.

Salih Altun