1968 yılı Aralık ayına doğru, paramız iyice suyunu çekmişti. Bunun için ailelerimize birileriyle haber göndermiş ya da mektup yazmıştık. Ne yazık ki ev arkadaşlarım dahil hiç birimize bir kuruş para gelmemişti.

Haberi alan Babam o gün elinde parası olmadığı için başkalarından borç para teminine girişmiş.  O dönemlerde köylülerin malı mülkü olsa da nakit para öyle herkeste bulunmazdı

Babam  ilk olarak nazının geçtiğini düşündüğü, köyümüzün varlıklı insanlarından olan Osman Tanrıverdi amcaya giderek:

“Osman abi, biliyorsun benim çocuk bu yıl liseye başladı. Artvin’de okuyor. Paraları tükenmiş, şu an nakitim yok, bana bir yüz lira borç para verebilir misin? İlk elime para geçtiğinde öderim, bilirsin” demiş.

Osman amca gerçekten de köyün varlıklı insanlarındandı. Babamsa biraz fazlaca onurlu, gururlu olmasının yanı sıra oldukça çalışkan, ama zar zor kendine yetebilen fakir bir köylü…

Babam, bu talebi karşısında, Osman Tanrıverdi amcadan hiç beklemediği şöyle bir yanıt almış:

İyi de Behçet Çavuş, ben şimdi sana bu parayı vermeye vereyim de, ya zamanında ödeyemezsen, sonra kimden alayım? Kusura bakma, borç adıyla da olsa sana para veremeyeceğim.”

Babam, hiç beklemediği bir tavırla karşılaşınca, bir çift laf dahi etmeden, gerisin geri dönmüş. Eğer başkalarından da borç para isterse, onlardan da benzer yanıtı alma olasılığını düşünerek, artık birilerinden borç para istemekten vazgeçmiş.

“Her nerede ve nasıl bir iş olursa olsun” deyip, iş arayışı içerisine girmiş. Kış günü de olsa bir iş bulup çalışması, okuyan çocuğuna istediği parayı göndermesi şart olmuş artık.

Ancak ne köyümüzde ne de ilçemizde, öyle çalışıp para kazanılabilecek herhangi bir iş alanı yoktur…

Babam geçici de olsa bir iş bulup çalışma arayışındayken, köyden birileri Artvin’in Hatila Vadisi Ormanları’nda orman işçiliği işi olduğunu söylemiş.

Bu habere çok sevinen babam:

Yeter ki çocuğum okusun,” diye, o soğuk kış günü, ormanda ağaç kesmeyi, tomruk yontmayı göze almıştı belli ki. İşte o karlı kış günü, orman işinde çalışmaya başlamış.

İş bitince ya da babam ihtiyacı olan parayı kazanınca işi bırakmış. Belki de kış mevsiminin zor koşullarına daha fazla dayanamamıştı!..

Nasıl haberleştiğimizi hiç hatırlamıyorum.

Malum, o devirde, hiçbirimizde ne telefon vardı, ne de telsiz…

Hatta mektupla haberleşme imkânı da yoktu o koşullarda.

Ama her nasılsa okul çıkışı, bir akşam namazı vakti, Ardanuç dolmuş durağında babamla buluştuk. Ya da tesadüfen mi karşılaştık, bilemiyorum. Orada bana Hatila Vadisi Ormanları’nda kazandığı paradan yüz lira verdi. O gece vakti, doğruca Ardanuç’a, köye gitti.

Biraz daha parasız kalsaydım okulu bırakıp köye döner miydim bilemiyorum. Hatila Ormanları’nda kazanılan, o yüz lira, öğrenimimin önünü açtı belki de…

İşte bu borç parayı alamaması, onurunu çok fazlaca incinmiş. Özellikle okuyan çocukları olanlara, borç para verecek güçleri olanlar empati yapmalıdır. Böyle talebi olanlara babam empati yapmıştır. Borç para isteyenlere “hayır” demediğini çok iyi bilirim.

Bu güzel adetini son yıllarda da sürdürmekteydi. Ancak son dönemlerinde hafızası oldukça zayıflamıştı. Bu nedenle olacak ki verdiği paralardan bazılarını unutmaktaydı.

Hatta bir keresinde köyümüz halkından Azmi Gül amca bize geldi. Babama üç yüz lira para vermek isterken babam:

“Bu ne parası ki Azmi can?” diye sorduğunda Azmi amca:

“Çavuş unuttun mu, senden borç almıştım ya, işte o para bu para,” deyince, parayı yavaşça alıp cüzdanına koymuştu da, Azmi Gül amca gittikten sonra, bana dönerek:

“Ola Gökhan vallahi de billahi de unutmuştum. Şimdi bu para, bana piyangodan çıkmış gibi oldu” demişti.

Ancak az da olsa, bazları babamın bu iyi niyetini suiistimal ederek, verilen paranın miktarını inkâr etmişlerdir. Bunları anlatırken babamın, içten içe üzüldüğünü hissederdim. Ama o yine de “helalü hoş olsun” derdi.

Şimdilerde aramızda yok. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun, ışıklar içinde yatsın, onurlu, gururlu, çalışkan, cefakar insan!..

Bütün zorluklara karşın babalarımız, annelerimiz çocuklarının kurtuluşunun okumakta olduğunu çok iyi biliyorlardı. Hatta, babaların, “Keşke çocuğum okusun, sırtımdaki ceketimi satar okuturum” demeleri bundandır.

O nedenle, hem babalar ve anneler, hem de çocukları, okumak, bir ekmek sahibi olmak, memleketine yararlı birer aydın insan olmak için her türlü zorluğa katlanmak zorundaydılar. Bunu böyle bellediler, öyle de yaptılar.

İşte, Türkiye’deki 81 ilin içinde, Artvin’in, özellikle de ilçemizin okumuş insan oranının bu kadar yüksek oluşunun sırrı, bu temel düşünceden kaynaklanmaktadır.

SMMM Gökhan DEDE