Hiç şüphe yok ki Korona salgını nedeniyle dünya ölçeğinde birçok ülkede ekonomik kriz derinleşebilir. Ancak oluşacak ya da oluşmakta olan kriz daha çok ekonomisi zayıf olan ülkeleri etkileyecektir. Bu etkileme kimi ülkelerde sektörel bazda daha yakıcı olacaktır. Ülkeler bütün bunlar için çeşitli önlemler almak istemektedirler ve alacaklardır. Ama nasıl?

Korona virüs salgınında sağlık anlamında normalleşmeye gidiş söz konusuysa ekonomide de iyileşmeye gidiş söz konusu olabilir mi? Kısacası günümüzde en çok tartışılan konu, Türkiye ekonomisi salgının yarattığı olumsuzluktan en az zararla nasıl kurtulabilir ya da kurtulabilir mi? Bu ve benzeri soruları çoğaltmak mümkün.

Dünya ülkeleri korona salgınından farklı boyutlarda etkilendiler ve etkilenmeye devam edeceklerdir. Hem ekonomik hem de insan kaybı olarak.

2020 Türkiye ekonomisi için kayıp bir yıl olduğu genel kanıdır. Ancak Dünya Sağlık Örgütü Türkiye’nin 2021’de de salgının olumsuzluklarından kurtulamayacağını, krizin ekonomiyi her yerde vuracağını söylüyor. Her şeye karşın zaten kırılgan olan Türkiye ekonomisinin toparlanmasının kısa dönemde söz konusu olamayacağını düşünmek gerek. Maalesef görünen o ki Türkiye’de yalnızca günü kurtarmak için ekonomik önlemler alınmaktadır.

Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de birçok sektörde üretim durma noktasına gelmiştir. Hükümet, daha doğrusu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin hükumeti bu süreçte ciro üretemeyen şirketlere kredi yüklüyor. Ancak kasası tam takır bütçeden başkaca bir yardım yapılamadığına göre bu koşullarda bu şirketlerin aldıkları kredilerin geri ödemesinin nasıl yapılacağı hesaplanıyor mu acaba?

Uzmanların hesaplamalarına göre devlet bütçesi milli gelirin en az yüzde 7-8’i kadar açık verecektir. Bu da yoksul ve dar gelirli halk için ciddi ekonomik sıkıntı yaratacaktır. Yaratacağı ya da yarattığı sosyal sıkıntıları bir kenara koysak bile, 2020’nin kaybedildiğini kabul etmek gerek. Ancak korkulan o ki etkin ve akılcı önlemler alınmazsa 2021’in kaybı da söz konusu olabilir. Bu bağlamda düşünüldüğünde önümüzdeki süreçte bizim için ekonomik alanda Korona’dan kaynaklı fırsata dönüştürülecek bir fayda söz konusu olacak gibi değildir.

İktidarın ekonomi kurmaylarınca Türkiye ekonomisinin 2020’de büyüdüğü ya da büyüyeceği söyleniyor. Oysa “Bu koşullarda ekonomik olarak küçüleceğiz” diyen ülkelerden borç para isteniyor. Hatta bazı ülkelerle swap (takaslama) anlaşmaları yapılıyor, yapılmak isteniyor. Bir süreden beri Türkiye’nin İngiltere, Çin, Katar ve Japonya ile döviz takası anlaşması görüşmeleri yaptığı biliniyordu. Katar ile 5 milyar dolarlık swap anlaşması vardı. Başka bir yerden kredi bulunamayınca bu miktar 15 milyar dolara çıkarıldı. Ama ortada bir dolar yoktur. Bunun anlamı, Türkiye 10 milyar dolar değerinde Katar Riyali alacaktır. Bu para Merkez Bankası rezervine dahil edilecektir. Katar Merkez Bankası da 10 milyar dolar değerinde Türk Lirasını rezervlerine koyacak. Katar Riyali uluslararası arenada rezerv para olmasa da, Merkez Bankasının döviz rezervleri yükselecek. Gerçekleşir mi bilemeyiz ama bu durumda başka ülkelerle yeni anlaşmalar da gündeme gelebilir. Ancak hiç bir ülkede geçmeyen Katar parasının ne işe yarayacağı pek de bilinen bir şey değil.

Kabul etmek gerekir ki popülist politikalarla ekonomi ne sağlıklı olarak idare edilebilir ne de iyileştirilebilir. Bu dönemde kredi bulmak Türkiye için oldukça zordur. Hatta bulunamıyor da. İçinde bulunduğumuz koşullarda gelecek için üretime yönelmek, işletmeler kurmak, istihdam yaratmak gerekir. İşletmeler kurmak için ise para gerekir. Türkiye gibi dışa bağımlı, ithalata dayalı ekonomilerde yatırım için döviz gereklidir. Diyelim ki bütün bunlar gerçekleştirildi. Ancak yapılan üretimin pazarı bulunamayınca ekonomi için bu da büyük risktir. Bilinen ve görünen o ki bu ülkede sermaye kontrolü yapan bir idare var. Unutulmamalı ki sermaye kontrolü yapılan ülkeden yabancı para kolaylıkla kaçar. Oysa hiç şüphesiz ki Türkiye ekonomisi yabancı sermayeye/paraya muhtaç durumdadır.

İçinde bulunduğumuz koşullarda ekonomideki iyileşme bir anlamda virüsün nasıl seyredeceğine de bağlıdır. Bu elbette ki ekonomik büyümeyi de etkileyecektir. Ortada bir hastalık varsa bunu inkâr etmekle hastalıktan kurtulmak olanaklı değildir. Bu, ekonomide de böyledir. Gerçeklerin üstünü sıvamak orta yerde duran sorunu yok etmez. Türkiye yüksek oranda borçlu ülke durumundadır. Verilere bakıldığında yalnızca 2020’de ödenmesi gereken borç taksiti 170 milyar doların üzerindedir. Bu borcun kolaylıkla ödeneceği pek belli değildir. Belki de “borç döndürme politikası uygulanacaktır” desek de, borcu döndürmek için yine borç para bulmak gerekir. Oysa kimden borç para alınabileceği belli olmadığı gibi alınabileceğinin garantisi de yoktur. Ancak denebilir ki “Türkiye her dönemde borçlarını bir biçimde ödemiştir. Kreditörler de daha çok önceki dönem borçlarının ödenip ödenmediğine bakmaktadırlar. O halde neden alınamasın?” biçimindeki görüş rahatlık sağlar mı bilmeyiz.

Netice olarak diyebiliriz ki Korona’dan kaynaklı ekonomik krizin derinleştiği bir gerçektir. Hatta önümüzdeki süreçte daha da derinleşebileceği, kimilerinin de bunu fırsata dönüştürebileceği düşünülebilir. Ancak bunun için gerçekleri gizleme (moda deyimle kamuflaj) metotlarını kullanmak kurtuluş değildir. Fırsata çevirmek için kriz gizlenmemeli, kimi toplumsal kutuplaştırma yöntemleri asla denenmemeli, gündeme bile getirilmemelidir. Ancak ne yazık ki son günlerde kısmen de olsa bunun denenmekte olduğu izlenimi edinilmektedir. Bunlar ekonomik krizden de daha tehlikeli olsa gerek.

SMMM Gökhan DEDE