Bu başlığı atmamın elbette ki bir nedeni vardı. İşte o neden, günü geldiğinde idamların daha sık tartışılır oluşundandı. Bu bağlamda iki kelam edeyim istedim.
Geçtiğimiz birkaç gün önce 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin yıl dönümüydü.
Bilindiği üzere 27 Mayıs bizim çocukluk ve gençlik yıllarımızda bayram olarak törenlerle kutlanırdı. Sonra bu Bayram bayram olmaktan çıkarıldı.
Günümüzde o günü, o dönemi her siyasi akım kendi penceresinden bakarak yorumlar oldu. Burada ülkeyi 27 Mayıs’a getiren noktaları/olayları aktarmayacağım. Bunların zaten herkes bilmektedir diye düşünüyorum.
Ancak bilinir ki bazen düzenin bozukluğuna tepki gösterenlerin birkaçı iktidardakiler tarafından hapsedilerek ya da idamla ortadan kaldırılarak onların kitlesine/kitlelerine göz dağı vererek susturmak isterler. Bazen de iktidardakilerin anti demokratik, haksız, hukuksuz, baskıcı rejim uygulamalarına “dur” diyen güçlerin, yönetim erkini ele geçirmeleri sonucu hesap sorup, suçlu gördüklerini yargılayıp kimilerini hapsedip kimilerininse idamlarını gerçekleştirmeleridir.

Her türden idama karşı olan birisi olarak, birilerinin sık sık “İdam ederek idam edilenleri hiç yoktan yere demokrasi kahramanı yaptılar” cümlesine her halde katılamıyorum.
Çünkü idam edilenlerin demokrasi mi istediklerine, demokrasiyi rafa kaldıranlara tepkiyi mi örgütlediklerine bakmak lazım. Ama bu bile idamın gerekçesi olmamalı.
Bu bağlamda düşününce, ceza alanların cezaya konu eylemlerinin ne olduğuna yasalar ve demokratik kurallar çerçevesinde/bağlamında bakmak lazım.
İnsanların eylemleri mevcut yasalara göre suç teşkil edebilir. Ama bunların eylemleri bağlamındaki istemleri insan hak ve özgürlükleri bazında değerlendirildiğinde içeriğinin ne olduğu önemlidir. Bu da o kişilerin idamını gerektirmemeli.
Örneğin 27 Mayıs İhtilali sonrası yargılanıp idama mahkum edilen o üçlü, yani Adnan Menderes ve arkadaşları asla demokrat değillerdi. Adnan Menderes bir toprak ağasıydı ve demokratlıkla yakın uzak bir alakası yoktu. Yalnızca partisinin adı “demokrat”‘tı hepsi o kadar.
Ancak darbe sonrası yapılan 27 Mayıs Anayasası ile kurulmaya çalışılan demokrasi süreç içerisinde korunamadığı için, tüm gerici ve faşist kişilere (sözde) demokrat olmanın yolu açıldı!
Demokratlıkla hiç bir alakaları olmadığı içindir ki, yönetimi ele aldıklarında halk kitlelerinin tüm demokratik hak, eylem ve taleplerini zor kullanarak bastırmaya çalışmışlar ve bunda kısmen de olsa başarılı olmuşlardır.
Sonuçta kendilerini kitlelere “En büyük demokratlar” olarak lanse etmişler, büyük bir halk çoğunluğunu da buna inandırmışlardır. Tıpkı 12 Eylül Faşist Askeri Darbesinin epey bir sonrasındaki seçimlerde Demirel’in dahi demokratlaşması(!) gibi.
Çünkü alanlarda, yol kenarlarında halkın bir kısmı ellerinde pankartlarla Demirel’e de “En büyük demokrat Demirel” naraları atarak, “Kurtar bizi babaaa…” diye bağırıyorlardı.
O gün halk öyle bağırdı diye Demirel demokrat mıydı ya da demokrat mı olmuştu? kesinlikle hayır. Demirel yine aynı Demirel’di.
TCK’dan idam cezası kaldırılınca ve bu da AKP iktidarları döneminde yapılınca her şeye karşın gerici güçlerin eli bu anlamda güçlendirildi. Bu defa demokrasiyi “tren” olarak niteleyip, “Amaca ulaşınca ilgili durakta ineriz” diyenler de şimdilerde başımızdaki demokratlardır!
İşte, 27 Mayıs 1960 darbesi sonrası sesleri çıkmayanlar şimdilerde o tarihte idam edilenlerin ipine sarılarak kendilerini halka “En büyük demokratlar, insan hakları savunucuları” olarak ilan edip parsa topluyorlar.
Ama ülkelerini emperyalist işgal altında gördükleri için “Tam Bağımsız Türkiye” diyen 25-26 yaşlarındaki üniversiteli gençlerin idamı söz konusu olunca, demokratlık derhal rafa kalkıyor!

Çünkü ideolojik farklılıkları var, çünkü demokrasi yalnızca kendileri mağdur olunca kendilerine lazım olmakta, başkaları için değil. İşte bugün bizi yönetenlerin demokrasi anlayışları ve demokratlıkları konusunda geldikleri nokta tam da budur.

Sözün özü; ne yazık ki bazı idamlar işte böyle bir süre sonra birilerinin elini güçlendiriyor.
Oysa bana ve çoğu insana göre her idam bir cinayettir.

Gökhan Dede