Bilindiği üzere, hükümet olanları yani devleti yönetenleri halklar, iktisadi kuruluşları ortakları, STK’ları yönetenleri ise üyeleri iktidar yapar.

Her üç durumda da, oy verenlerin oy verdikleri kişilerden doğal olarak hizmet bekleme hakları vardır.

O nedenledir ki iktidar olanlar, aldıkları oyların hakkını vermek ve iktidarlarında /yönetimlerinde tüm halk kesimlerine ya da ortaklarına, üyelerine ayırımsız hizmet vermek, onlara demokratik ve eşit davranmak, paylaşımcı olmak durumundadırlar.

Dolayısıyla, demokrasiye inanan, demokratik davranmayı erdem bilen iktidarlar/yönetimler, kendilerine oy vermemiş olan kesimlere karşı hasımca tavır almaz. Onlara hizmet vermekten kaçın(a)maz. Ayrımcılık yap(a)maz, sırtını dön(e)mez, dönmemeli! Oysa, pratikte bu çoğu zaman bu şekilde uygulanmaz. İktidardakiler kendilerine oy vermemiş olanları bizzat tespit ettirerek, moda söylemle “fişlettirerek” ya da karşıtlıklarını tahmin etmeye çalışarak o kişi ya da topluluğu çeşitli şekillerde cezalandırmanın türlü çeşit yollarını bulurlar!

Toplum yararına yapılacak çalışmalardan tüm halk kesimlerinin yararlandırılması söz konusu olmakla birlikte, özelinde, ayrımcıların varlığı, ayrımcılığın yapıldığı görülen, bilinen gerçeklerdendir.

Ayrıca, iktidar olanların “popülist yaklaşımlarına” sık rastlamak da mümkündür. Ancak, küçük düşünenlerin, kandırıcıların “büyük sanatı” genellikle “popülizm” olmaktadır.

Kimileri için bunu belki “oportünizm” (fırsatçı olma, hale göre davranma hali) olarak değerlendirmek de mümkündür.

Demokrasilerde iktidar olmak demek, bütün gücü yalnızca birilerinin tekeline alması demek değildir. İktidar olabilmiş olmak hiç kimseye bu hakkı vermez. Bu, en azından teoride “insani değerler” bağlamında böyledir.

Demokrasi, tek bir kişinin ya da grubun güç merkezi olmadığı sistemin adıdır. Bilinmelidir ki demokrasi, hiçbir koşulda ve zamanda birilerinin bir biçimde elde etmiş oldukları çoğunluğunun kısıtlanmamış iradesinin yönetimi anlamına da gelmez, gelmemelidir.

Bilelim ki, demokrasiye tahammülü olmayanların kitlelerden bekledikleri tek şey, kendilerine mutlak itaat, biat ve sadakattir. Bunu ise genellikle, oluşturdukları korku ya da çıkar sağlama temeli üzerine kurdukları imparatorluklarıyla, diktalarıyla devam ettirebilirler. Kriz dönemlerinde sallanan iktidarlarını devam ettirebilmek için dikta yöntemlerini deneme ve gerektiğinde uygulama yollarını daha çok denerler.

Bu süreçte bile katılımcılıktan, demokratlıktan bahsetmelerine karşın, tüm çalışma alanlarına yalnızca kendine yandaş olarak görülenleri/görünenleri alırlar. Bunların dışındakileri “yok saymak, ötekileştirmek” gibi tutarsız davranışlar sergilerler. Oysa, sözde “birlik ve beraberliği sağlamalıyız, sağlamaktayız” edebiyatı yapmakla doğrular söylenmiş olmaz. Bu, olsa olsa bir tür kitle aldatıcılığı olur ki, o da her koşulda sür git devam etmeyebilir.

Bugün gelinen noktada, iktidarda yani yönetim erkinde olmayan çoğu kişi ve kesimler geleceklerinden oldukça endişelidirler. Hatta umutsuz ve mutsuzdurlar. Ancak belli bir kesim var ki, onlar öyle sanıldığı kadar umutsuz değildirler.

İnanıyorum ki bu durumdan iktidardakilerin arasındaki kimi sağduyu sahibi kişiler ve iktidar oluşumunun destekçisi olmuş sağduyulu çoğu insan da mutsuz ve endişelidirler.

Her türden olumsuzlukların devam ettiği, sıkça yanlışların yapıldığı durumlarda kimileri uyarmak, kimileri de sessizliğini devam ettirmek durumunda kalmaktadırlar. Ne acıdır ki yanlışları, olumsuzlukları, anti demokratik tutum ve davranışları eleştirenler, hatta eleştirmeye teşebbüs edenler, hâkim iktidarca, yönetimlerce hemen eleştirilmeye, kınanmaya, dışlanmaya, uzaklaştırılmaya, hatta (varsa) görevlerinden alınmaya başlanırlar. Hatta yargılanırlar. Günümüz iktidarlarının bunda bir hayli başarılı(!) oldukları bir gerçektir.

Biliriz ki, gelmiş geçmiş birçok iktidar ya da yönetim biçiminde egemen bir otorite vardır. Bu bazen bir grup, bazen tek bir kişidir ki, en tehlikelisi de budur.

Ancak, bu otoritenin üstünde hiçbir otoritenin, hatta ilkelerin olmadığı, tanınmadığı ya da yok sayıldığı ilkesizlik ortamında güç ve otorite sınırsız hale geleceğinden etik, zora, hatta boyun eğmeye dönüşürse, işte asıl tehlike burada baş gösterir!

 

SMMM Gökhan DEDE