Özer Topçu

Tekin Ağabi aradı, bir kaç gün önceydi. Tekin Ağabi beni her gün arar zaten. Bunda sorun yok. O gün telefonu açınca ”ben onu bunu bilmem Pazartesi veya Salı günü Siverek’e gideceğiz” dedi. ‘
‘Hayırdır tekin Ağabi Siverek’te ne yapacağız” dedim.
”Bizim heykeltraş dostumuz var Metin Yurdanur, orada onun yaptığı bir açık hava heykel müzesini gezeceğiz, Ankara’yı boydan boya heykel ile kaplayan sanatçıdır o” diyerek talimatları yağdırdı bana.
”Bir dakika beni dinle Tekin Ağabi, o gün benim mahkemem var, oraya çarşamba ancak gidebiliriz, hem orası Siverek değil Sivrihisar’dır.” dedim.
”Mahkemeye ben de geleceğim zaten” dedi. Telefonu kapattım.
Bu konu bir daha hiç konuşulmadı aramızda. Genelde Yolcu Haber ile ilgilidir bizim telefondaki diyaloğumuz.
Bir de Tekin Ağabi ile bir araya gelirsek Artvin lehçesi ile konuşuyoruz çoğu terimi.
Hiç Bir şey bulamasa arar ”hayırlı cumalar, Cumayi kılmayi unutmiyasin ha” der, o ara ben araya girerim ‘usta bu gün Pazar ama” derim, o ”olsun sen genada kıl, ne olur ne olmaz” der. Tamam der kapatırım. Sonra Çarşamba günü arar ”Cumayı kıldın mi” diye sorar…
Dün akşam tam onu düşünüyordum, Tekin Ağabi unuttu galiba derken aradı. ”Sabah gidiyor muyuz” diye sordu. Ben de ”gidelim ağabi” dedim. Bu defa” kaçta gelirsin” dedi. Ben de ”ne zaman dersen o zaman gelirim” dedim. ”O zaman saat 10’da gel” diyerek telefonu kapattık. Sabah 9.54’de aradım ”Tekin Ağabi evin önündeyim” diyerek bekledim, geldi.

Tekin Ağabi ilkokul ikinci sınıf öğrencisi kadar heyecanlıdır her işte. Çaktırmadan istediğim yönde kızdırırım da onu. Neye kızacağını çok iyi bilirim. Yolda giderken bir şeyler anlatıyor, baktım her anlattığını ezberlemişim. Sonra ben hiç anlatmadığım bir hikaye anlatmaya başladım, baktım o da onu ezberlemiş. Ancak Tekin Ağabi hep ilkokul 2’dedir. Bir kere çantasında dünyayı taşır, yok yoktur. Bir boşaltmaya kalkarsa yandık. Toparlanması ne mümkün. Onunlayken mecbur büyük ben oluyorum. Yoksa elde tutmak ne mümkün. Sivrihisar’a girince orada bir çoğuna müzeyi sorduk maalesef bilmiyorlar. Birine daha sorduk, ”bu yol bizi açık müzeye götürür mü” diye, o da, ”bu gün buranın pazarı oraya giden yola kuruluyor pazar, siz burada bir park yeri bulun, yürüyerek gidin” dedi. Biz de öyle yaptık. Pazardan yürüdük. 500 metre uzunluktaki pazarda Tekin Ağabeyi iki defa kaybettim. Beni takip etmesi ne mümkün. Orda bir şey görüyor, başlıyor fotoğraf çekmeye. İyi ki kafasına göre kimse yoktu yoksa onlara takılır, otururdu bir köşede. Neyse kazasız belasız çıktık müzeye.

Müze muhteşem müze ama değerini bilmeyen bir Anadolu insanı… Müze oraya fazla gelmiş. Müze de Tekin Ağabi ile ayrıldık bir birimizden. Ben hızlıca hepsini gezdim, fotoğraflarını çektim, koca bir salkım söğüt buldum, onun dibinde serinledim. Bir taraftan’da onu takip ediyorum. Bazen yere yatıyor, bazen tek diz üzerine oturup fotoğrafı öyle çekiyor… Bütün işini bitirince, sağa baktı, sola baktı, beni göremeyince baktım kente doğru gidiyor. Halbuki ben salkım söğüt altında serinliyordum. Bir kaç kez ıslık çaldım ama ortalık inledi öyle ıslık. Nihayet döndü. Adada kurtulmayı bekleyen gezginin uzaktaki gemiyi gördüğünde yaptığı bütün hareketleri yaptım, nihayet gördü, bana doğru gelmeye başladı. Neyse buluştuk, yine pazarın içinden ben önden, o arkadan yürüyorduk. Birden bana seslendi. Ama pazar insan dolu. Gel dedi şu tahta camiyi gezelim. Biraz da ısrarcı. Ben gelmem diyorum, vatandaşlar bana gavur diyecekler. Herkes bize bakıyor. Baktım ısrar ediyor ”yahu sen git namazını kıl gel, benim abdestim yok, nasıl geleyim” diye yüksek sesle konuşunca niye gitmediğimi vatandaşlar anladı. Döndüm ona ” kaç rekat kılacaksın” dedim. Eliyle iki yaptı ”sadece iki rekat kılacağım” diyerek döndü camiye doğru. Ben de ona ”hep böyle diyorsun, 10 rekat kılıyorsun” deyince bizi oradakiler hep dini bütün sandılar. Karnımız acıkmıştı. Koronadan dolayı oturarak yemek yemek istemedik. Paket yaptırdık, yolda bir yer bulur yeriz diyerek yola koyulduk.

Ağaçlığın içinde bir çeşme, bir de piknik masası gördük. Tam bize hazırlamışlar sanki. O arada bizim yanımıza yine beyaz araba durdu. Ben banka oturdum, yemekleri açtım, Tekin Ağabi ortalıkta yok. Baktım ileride benzinliğin marketinin önünde. Bir kola, bir kaç su, bir kaç da bardak almış. ”Ben kola içmem bir litre niye aldın” dedim. Ses etmeden arabaya doğru gitti ”arabyı aç” dedi. Açtım, baktım çantasını almış geliyor. ”Yahu Tekin Ağabi çantayı niye alıyorsun” diye çıkıştım. Yine hiç ses etmedi. Bu arada ben yemeğimin yarısını yedim. Çantayı açtı, keklik gibi bir 35’lik votkayı çıkardı masaya. Baktım iki de bardak hazırlamış. ”Ben içmem dedim, bana koyma Tekin Ağabi” dedim. Niye diye soruyor tabi. ”Ben içeceğim de arabayı kim sürecek” diyorum, bir taneden bir şey olmaz diyor. Sen aile bakanı mısın nesin diyorum, gülüşüyoruz. Hem sen votkayı kırtlama içiyorsun, ben kırtlama içemem dedim, ısrarından vazgeçti. Kalktık oradan, ben ilerideki benzinliğin lavabolarında ellerimi yıkamaya gittim, benim o tarafa gittiğimi görmemiş. Lavabodan çıktım, arabaya doğru geliyordum ki, o yanımıza duran araba hareket etti. baktım Tekin Ağabi arabanın peşine koşuyor. ”Şişşt şişşt” dedim, döndü bana doğru ”hay ağzua” dedi ama ben kahkahayı patlatıyorum bu arada.

Ankara’ya gelinceye kadar o votkayı indirdi mideye. Anladım ki, Tekin Ağabi içince duble güzel oluyor. Zaten yaşamı da dostlar ve güzel insanlar güzelleştirmez mi…?

Fotoğraflar: Özer Topçu