Metin Gümüş

Son günlerin şapkadan çıkan tavşanı, Türkiye’nin Korona ile mücadelede dünyada en başarılı ülke olduğu iddiasıdır. Öyleki ortaya atılan bu iddia, iktidar sözcüleri tarafından iddia olmanın ötesinde somut bir gerçekmiş gibi halkın kafasına kazınırcasına tekrarlanıyor.

Peki oluşturulmak istenen algıya karşı gerçeklik ne?

Malum, ilk başta dut pekmezi tavsiye edildi. Dualarımızla bu işin üstedinden gelineceği ilan edildi. Dolayısıyla baştan sona sürcin hakimi, sergilenen cehaletle orantılı bir kayıtsızlık ve vurdumduymazlıktı.

Bütün dünyada sınırlarda ve havaalanlarında sıkı denetimler yapılıp, karantina önlemleri uygulanırken, bizim sınırlarımız ve havaalanlarımız yol geçen hanı gibiydi. Arabistan karantina tedbirleri uygularken, umre ibadetini tamamlayıp ülkemize dönen hacı vatandaşlarımız, ölçümlerde ateşleri yüksek çıkmasın diye uçakta ateş düşürücü ilaç alma gereği duyarken; yetkililerimiz onlara karantina uygulamayı akıl edemediler.

Ülke’de koronavirüse bağlı ölümler başgösterip durumun ciddiyeti ortaya çıkınca; nihayet dut pekmezi ve duanın çözüm olamayacağı görülebildi.

Görülebildi de ne oldu?

Tanınmış, güvenilir bilim insanlarımızdan oluşan ve hepimizi rahatlatan bir Bilim Kurulu oluşturuldu. Her ne kadar bilim kurulu oluşsa da, bilgi ve bilmi küçümseyen cehaletin meydanı ona bırakmak gibi niyeti yoktu.

Nihayet; süreç içerisinde, bilgi ve bilmin değil cehaletin tercihlerinin öncelendiği görüldü. Bilim kurulunun öneri ve görüşleri değil Reis’in gönül rızası mücadelenin temel hedfi oldu. Reis’in gönül rızası insani değerler ve insan sağlığından yana olmuyordu bir türlü. O hep ekonominin gereklerini önceliyordu. Örneğin bir “ulusa sesleniş programında halkına moral vermek için Reis şunları söylüyordu. “,Bu pandemi boyunca kaybetiğimiz her şeyi en kısa zamanda geri kazanacağız.” Belli ki bu zihniyetin kayıptan anladığı şey değeri para ile ölçülen şeylerdi. Bu açıklamayı yaptığı günlerde covid salgınında hayatını kaybeden vatandaşların sayısı 4 bine yakındı. Dolayısı ile geri gelmemecesine giden bu kadar insanın hayatını kayıp saymıyordu.

Nihayet, bilim dünyasından gelen bunca itiraza rağmen “vatandaşlarımın bu kadar uzun süre kapalı kalmasına gönlüm razı olmuyor” diyerek normalleşme süreci başlattı, bütün kısıtlamaları kaldırdı.
“MMH” (Maske, Mesafe, Hijyen) diyerek, ortaya çıkması olası kötü durumun sorumluluğu vatandaşın üstüne yıkıldı. Ölümler çok olursa, ben uyardım ama vatandaş uymadı, ben ne yapayım diyecek. Az ölüm olursa vatandaşım beni dinledi süreci başarı ile atlattık diye kendine paye çıkaracak.

Bütün bunlardan sora içinde bulunduğumuz durumun özeti şudur. Bütün başarı hikâyelerine rağmen sürecin başından beri ülkemiz, kovid vaka ve kovide bağlı ölümler sıralamasında dünyada durumu en kötü 9. ve 12. Ülke sıralamasında bir sarkaç gibi salınıp durdurdu. Burada şunu unutmamak gerek ülkemizde klinik bulgular Covit’i gösterieken PCR testi negatif çıkan ve hayat kaybıyla sonuçlanan vakalar ne vaka ne de ölüm olarak kovit vakası diye DTÖ’ne bildirilmedi. Bazı bilim adamlarına göre bu sayılar oldukça kabarık. Öyleki bunlar da dahil edildiğide vaka ve ölü sayısını 5’e çarpmak gerektiğini söylüyorlar.

Bilim, insan sağlığını öncelerken, cehalet ekonomik kaygıları önceledi. Bilim Kurulunun önerilerine rağmen, hiç bir şekilde etkin bir sokağa çıkma kısıtlaması getirilmedi. Adeta Koranavirüsün kalıpsal davranışları varmış gibi (haftanın belli gün ve saatlerinde virüsün aktivitesi artıyor, bazanda azalıyormuş gibi) standardı ve zamanı belli olmayan zamanlarda sokağa çıkma kısıtlamaları konuyor ve ya kaldırılıyordu. Hatta Meteoroloji’den ani sağnak haberi alınmışcasına ve virüs sağnağı geleckmiş gibi bir anda sokağa çıkma yasağı getiriliyor ve iki saat sonra uygulamaya konuyordu. Keza bir gün önceden ilan edilen sokağa çıkma yasağı ” gönlüm vatandaşlarımızın evde kapalı kalmasına razı olmadı” denilerek tek adam tarafından ertesi gün kaldırılıyordu. Bu kadar sallapati, bu kadar gayri ciddi önlemlerle pandemi mücadelesinin başarılı olması mümkün mü?

Süreç boyunca ülkemiz dünya sıralamasında durumu en kötü 9 ve 12 ülke arasında bir salınım göstermişse; haklarını teslim edelim bunu sağlık personelimizin bilgi-birikim ve fedakârlığına borçluyuz. Aksi halde 4-5.liği hiç bir ülkeye bırakmazdık.

Bir daha tekra edelim:
Pandemi mücadelesinde belirleyici olan ekonomik gerçeklik, geldiğimiz noktada daha bir aciliyet kazanmıştır. Vatandaşa hiçbir ciddi yardım yapmamak, hatta “biz bize yeteriz kepazeliği ile vatandaşı, şirketleri söğüşlemek de yeterli olmamış. Kapatılan işyerlerinin faliyete geçmesi ekonomik aciliyet kazanmıştır. Bunları harekete geçirmenin adına normalleşme denerek bütün kısıtlamalar kaldırıldı.
Bunun anlamı “saldım çayıra, mevlam kayıra”dır. Sürü bağışıklığıdır. Yani “ölen ölür kalan sağlar bizimdir.”