Metin Gümüş

Köyde evi olsun olmasın TOKİ’ye karşı çıkmak her köylünün boynunun borcudur. Çünkü TOKİ’nin de devletin de amacı köylüyü ev sahibi etmek değildir. Devletin vatandaşına hizmet vermek gibi bir derdi olsaydı şimdiye kadar bunca ısrarlı talepler karşısında köy yollarını otoyola çevirirdi. Köy yollarının ne durumda olduğunu, nasıl sorunlar yaşandığını aracı ile köye giden herkes iyi biliyor. Bunun üzerinde laf çevirmek aracı ile köye hiç gitmemiş biri olarak benim için laf kalabalığı yapmış olmak olur.

Bunca zamandır köylerimize eli ayağı düzgün yol yapmamakta direnen devlet, şimdi köylere kendisi bir yol döşüyor. Bu yol öyle bir yol ki; ucu köylerimizin maddi manevi bütün değerlerini ulusrarası sermayenin hizmetine sunmaya varıyor. Bu yolun adı “her yıl 100 bin konut projesi” adıyla sözümona vatandaşı TOKİ aracılığı ile konut sahibi edindirme projesidir. Bu işin uluslararası sermaye ile ilişkisi şudur.

Köy Konut Projesi ile sermaye ilişkisini anlatmak için önce dünyada ve ona bağlı olarak ülkemizde sermayenin yönelimlerine bakmak gerekiyor.

Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor. İlk insandan günümüze dünya üzerinde yaşanan değişimin daha çoğunu şu yaşadığımız son yüz yıl içinde yaşadık.

İlkel komünal toplumdan kapitalist topluma (emek sömürüsüne) geçmek için on binlerce yıl geçmesine karşın, emek sömürüsünden doğa sömürüsüne geçmek için iki bilemedin üç yüz yıl gibi kısa bir süre geçmesi yetti de arttı bile. Doğa sömürüsünden muradım çevre ve diğer temel hakların metalaştırılması yani onlara ticari değer atfedilmesidir.

Geride bıraktığımız 20. Yüzyılın son çeyreğinde uluslararası hukukda yeni kavramsal düzenlemeler yapıld. Önceki hukukta “temel hak” olarak tanımlanmış olan, eğitime, sağlığa, beslenmeye, temiz suya, yaşanabilir çevreye kavuşma hakkı bir kavramsal değişiklikle temel ihtiyaç olarak tanımlandı. Malum “temel haklar” ticaretin konusu olamaz. Vatandaşların bu haklara bila bedel kavuşması esastır. “Temel ihtiyaçlar” ise her türlü ticari faaliyetin konusu olabilirler. İşte bu yüzden bu düzenlemelere doğayı ve temel hakları metalaştırma (alınır satılır mal haline getirme) diyoruz.

Tabii ki bütün bunlar dünya üzerindeki bazı kötü niyetli kişilerin kötülük olsun diye durup duruken yaptığı işler değil. Bu Kapitalist Ekonomi dinamiklerinin zorlaması ile ortaya çıkan bir durumdur.
Kapitalizmin özü meta (mal) üretimidir. Kapitalist üretir pazarlar ve kâr eder. Ve unutmamak gerekir ki, kapitalizmin temel zorlayıcı dinamiklerinden birisi de teknolojidir. Ne kadar çok yeni teknoloji, o kadar üretim, o kadar kâr….

Teknolojide yaşanan otomasyon ve dijitalleşme kapitalistle kapitalist ve kapitalistle işçi sınıfı arasındaki ilişkileri değişime uğrattı. Robotların üretime sokulması işçi emeğini değersizleştirdi. Buna karşın üretimi hızlandırdı. Geçmişte büyük fabrikalarda aynı çatı altında üretim yapan binlerce işçinin yerini küçük küçük atölyemsi yerlerde daha hızlı, daha seri ve daha fazla üretim yapan robotlar aldı. Adına Fordist üretim modeli denen o devasa model tarihe karıştı. Yerini Robot üretimi ve fabrikaya dahi gitmeden evinde parçabaşı seri üretim yapan işçi emeği aldı.

Tarımda ve hayvancılıkta gen mühendisliğindeki gelişmeler sayesinde küçük küçük çiftliklerde dünyayı doyuracak tarımsal ürün ve hayvan üretimi yapılır oldu. Bütün bu gelişmeler kapiralistleri tamamen olmasa bile önemli ölçüde işçi emeği sömürüsünden mahrum bıraktı. Kapitalizm kâr etmeden yaşamaz, çökmeye mahkümdur. Bu yüzden ona yeni kâr alanları açmak gerekirdi.

İşte yukarıda bahsettiğim yeni kavramsallaştırmalar bu yüzden yapıldı.

Önce eğitim paralı hale getirildi. Yerden pıtırak gibi biten özel okullar açıldı, açılıyor. Özel okul dışında kalan devlet okulları piyasalaştırıldı. Malum, yıllardır devlet okullarının bir çok gideri veliler tarafından karşılanıyor. Böylece parasız eğitime ulaşma hakkımız elimizden alındı.
Keza aynı şekilde özel hastaneler açıldı. Buna bağlı olarak Devlet Hastaneleri de piyasalaştırıldı. Eskiden 5 krş. ödemeden çıktığımız hastanelere “katkı payı, reçete bedeli, ilaç kutu parası adı altında yüklü paralar ödeyerek çıkıyoruz. Gerek eğitim gerek sağlık açısından bizlerin de statümüz değişti. Vatandaştık, müşteri olduk.

Ama bütün bunlar kapitalislerin gözünü doyurmadı. Çevremize ve doğamıza göz diktiler. Enerji stoğumuza kayda değer bir katkısı olmayacağı bilne biline HES yapımı gerekçesi ile sularımız satıldı. HES’lere karşı çıkanlar “ülkemizin kalkınmasına karşı çıkmak”la suçlandılar. Oysa HES karşıtlarını suçlayanlarla ülkenin enerji ihtiyacı varmış görüntüsü yaratmak için barjlara kurulu termik santralları %75 kapasiteyle çalıştıranlar aynı kişilerdi. Burada esas olan enerji üretimi değil su kaynaklarına sermayenin el koymasını sağlamaktı.

Ormanlarımız, dağlarımız maden arayıcılarına peşkeş çekildi. Sahiller ve kentlerin yeşil alanları imara açıldı. Trilyonlarca dolar imar rantı vuruldu.

En son olarak da, gerek kapitalist okonominin ihtiyaçları gerekse ülkemizin kötü yönetilmesi nedeni ile içine sürüklendiği kriz, pandeminin de etkisiyle giderek derinleşti. Moda deyimle “tulumbada su bitti. Köylere TOKİ eliyle Toplu konut projesinin amacı tulumbaya su pompalamaktır. Bu konutların fiyatları sanıldığı gibi avantajlı değildir. Ev büyüklüğüne göre bu konutlara biçilen değerler şöyle:

1- 45-65 m2 67 500.- — 97.500.- tl.
2- 65- 80 ” 97.500.- –120.000.- ”
3- 80- 100 ” 120.000.- —150.000.- ”
4-100- 110 ” 150.000.- 165.000.- ”
5- 110 -120 ” 165 000.- 180 000.- ”
6- 120- 130 ” 180.000.- 195.000.- ”

Bu büyüklükte konutlar vatandaşın kendisi tarafından daha ucuza mal edilebilir. Devletin burada ki amacı vatandaşı borçlandırıp sözümona ekonomiyi canlandırmak.
Bundan daha önemlisi de Kadastro çalışması ile devletin el koyduğu, hazineye aktardığı, eskiden “köy ortak malı” diye bildiğimiz meralarımızı, yaylalarıımızın cazibe merkezi haline getirilip uluslararası sermayeye satışa sunulacak olmasıdır.

Önümüzdeki yüz yıl içinde yöremiz ve doğamız daha bir önem arzedecektir. Dünyamız su kıtlığı ile yüz yüzedir. Su kanakları bakımından dünyanın başka bölgelerinden görece zengin olan yöremiz bu bakımdan sermayenin göz diktiği yerlerin başında gelmektedir.

Köylere toplu konut bütün bunların önünün açılmasına hizmet eden bir projedir.

Köyümü, ülkemi seviyorum diyen herkesin bu projeye katılmak için tekrar tekrar düşünmesi gerekir. Bu işin vebali büyüktür biline!