Barkın Topcu

İyi kavramı kötü kavramı ile ele alındığında bir anlam ifade eder; iyiyi ve kötüyü birbirinden soyut kavramlar olarak ele almak imkânsızdır. İyi ancak kötünün varlığı ile kendisini ortaya çıkartır, kötü ise yine ancak iyinin varlığı ile… Havanın aydınlık olduğunu söyleyebilmek için karanlığa, havanın karanlık olduğunu söyleyebilmek için de yine aynı şekilde aydınlığa ihtiyacımız vardır. Bu sürekli bir akışı içinde barındırır. Her şeyin sabit ve durağan olduğu; akışın, değişmenin olmadığı yerleri tahayyül etmek zordur. Çünkü orada anlam da yoktur. Düşünme ve felsefe kendini zıtlıkların arasından çıkartır ve zıtlıkların olduğu yerde sürekli bir akış, değişim vardır. Bu ebebi bir süreçtir… Döngü hiçbir zaman sonlanmaz…

Her zaman eksik ve değişecek bir şeyler vardır. A=B önermesine varabilmek için A’nın ve B’nin ne olmadığını bilmek zorundayız. Bu bağlamda iyi kavramını ancak onun ne olmadığını bilerek, A=B önermesinde olduğu gibi ancak onu zıddıyla, kötü kavramıyla mukayese ederek anlayabiliriz. A ve B önermeleri birbirine eşitse ve bu iki önermenin zıddı C önermesi ise A ve B önermelerinin eşitliğini zıddı olan C önermesinden kalkarak açıklığa kavuşturabiliriz. Ortada bir zıtlık yoksa eşitliği veya çelişkiyi mukayese edecek bir olgu da yoktur. Bu bağlamda biz iyi ya da kötü kavramının bilgisine onu zıddı ile mukayese ederek varabiliriz. Bu, yalnızca iyi ve kötü için değil yaşam ve ölüm, savaş ve barış, soğuk ve sıcak gibi zıtlıkları mukayese etmede de aynıdır. Bir kavramın dile dökülebilmesi ve bir iktidar haline gelebilmesi için bir karşıt kavramın iktidarına ihtiyacı vardır. Ve her kavram bir anlam odağı olarak içinde iktidarı bulundurur.

İyi ve kötü kavramları arasındaki diyalektik ilişkiyi inceledik. Şimdi iyi ve kötü kavramlarının mutlak bir gerçekliğe sahip olup olmadığı sorununu inceleyeceğiz. Eğer mutlak bir iyi varsa, bu mutlak bir kötünün varlığını beraberinde getirir mi? Yoksa iyi saltık bir bütün olarak tarih içinde kendisini gerçekleştirirken kötü yalnızca bu iyi için tasarlanmış bir form mudur? Bu kötünün iyinin karşıt kavramı olarak varlığını somut anlamda kabul etmemesinin bir sonucu gibi görünüyor bana. Bu mantık dinsel mistik dünya görüşünün o kadar içine girmiştir ki gözlükle gördüğüne dahi inanmaz… Tarihte Tanrı’nın kudreti denilen şeye o kadar anlam yükler ve inanır ki tüm mantık kurallarını dahi çiğnemeyi kendine bir görev bilir. Bu bağlamda din ve mistik düşünme bilindiği gibi bilimin ve felsefenin ilerleyişinde bir engel olduğu için bu düşünce edimi ile kalkan insan yalnızca kötünün varlığını değil, hareketi, zıtlıkların çatışmasını da inkar eder… Çünkü o serüvenine sezerek değil kavramları kabul ederek başlar… En kötüsü de bu kavramların gerçekle hiçbir ilintisi olmamasıdır.

Bu anlatılar bize Hegel’in felsefi sistemini anımsatabilir ama özünde farklıdır. Hegel felsefesinde saltık bir gerçek olarak iyi ideasının gelişimi söz konusu olsa da bu, tarih içinde kendini gerçekleştiren tin  bir önceki cümlelerde bahsettiğimiz üzere Parmenides’teki gibi statik bir evrene, doğa anlayışına değil, zıtlıklar üzerine kurulu bir diyalektik sisteme dayanır.

Bu noktada dinsel sistemlerin tarihi doğrudan belirlediğine inanan, tarihte dinselliğin ayak izlerinden başka bir şey olmadığını savlayanlar için kötü yalnızca iyinin gelişiminde bir boyut olarak karşımıza çıkar. Bu bakış açısına göre tarihte her şey olması gerektiği gibi olmuştur ve kötü de iyinin bir başka suretinden başka bir şey değildir. Ve bu anlayış tarihi yalnızca dinsel değil dinsellikten kopuşsuz bir süreç olarak alımlar.

Bunun dışındaki hemen hemen tüm felsefeler kötünün ya da kötülük kavramının tarih içinde bulunuşunu, tarihi etkileyişini ve zararını ortaya koyarak ya onu kendi bakış açılarından sönümlendirmeye ya da ortadan kaldırmaya çalışırlar. Bu noktada felsefenin oluşumunun gelişim seyri ortaya atılan her tezde ve idrakte kötüden yola çıkarak bir iyiye, en azından kendince bir iyiye varma süreci olarak ortaya çıkar.

Mutlak bir iyinin ya da kötünün olup olmadığını burada yeniden sorabiliriz. Ama kendi uslamlamama dayanarak söylemem gerekirse, buradaki “mutlak” bizler için ulaşılamaz bir süreci içinde barındırır. Yani mutlak bir kavrayış ya da mutlak üzerine fikir yürütme hep eksikli ve ulaşılmazdır, dolayısıyla mutlak bir iyinin var olup olmadığı tartışma konusudur. Ben zannımca bunun bir bilinemez olduğunu idrak etmekle birlikte nasıl doğanın ve toplumların yasaları varsa etiğin de yasaları olabileceğini, bize yakından görünmese de mutlak bir özün ya da iyinin ve kötünün olup olmayışının mutlak bir fiziksel yasanın olup olmayacağından pek farklı görmediğimi söylemek istiyorum. Çünkü zannımca etik de nesnel bir kavrayışı ve akıl yürütmeyi içinde barındırmaktadır. Dolayısıyla kanıtlanması ya da herkesçe bilinmesi diğerlerinden daha zor olsa da etiği bilim dışına atmak, etiği göreli olarak değerlendirmek bana pek mantıklı görünmüyor.

Son olarak iyinin ve kötünün ötesinde bir şeyin vuku bulup bulmadığını sorgulayacağız. Gerçekten iyinin ve kötünün ötesinde bir şey varsa ona nasıl ulaşılır? Tüm bakış açıları iyi ve kötü üzerine kurulu değil midir? Öyleyse nasıl iyinin ve kötünün ötesinde ayrı bir hakikat ya da öznellik tasarısından bahsedilebilir? Bu soru ikili bir kavrayışı gerektirmektedir. Çünkü bir yandan tüm insanların bakış açılarını iyi ve kötü üzerinden tasarladıkları, amaçladıkları şeyin hep kendi iyileri olduğu söz konusu olsa da ikincil kavrayışa göre durumun farklı bir boyutu vardır. Bu kavrayış iyi ve kötüyü temellendirilmiş olarak kabul etmez, hatta iyi ve kötü arasında keskin ya da belirsiz bir sınırın olduğunu da reddedebilir…

Bu noktada hakikate akılla ulaşılamayacağı, dolayısıyla iyinin ve kötünün de akılla kavranılamayacağı hatta bu kavramların göreli ya da insan uydurması ürünü olduğu, doğada böyle bir şeyden söz etmenin mümkün olmadığı ve iyi ile kötü kavramlarının tarihe zarar verdiği iddia edilebilir. Ve iyinin kötün ötesinde olan şeyin bu noktada Nietzsche’deki gibi sanat ve yaratıcılık, Kierkegaard’daki gibi tutku ve iman olduğu ileri sürülebilir. Bu noktada Nietzsche’yi iyinin ve kötünün ötesine sürükleyen şey olan sanat ve yaratıcılık bir Batı felsefesi eleştirisi olarak hakikat tasarımına ve akla cephe alırken; Kierkegaard’da hakikat eleştirisi var olanın nesnel kavrayışla ele alınamayacağı, ona ancak öznellikle ulaşılabileceği tasarısına dayanmaktadır. İyinin ve kötünün ötesinde olan şey de yine kendi iyisini ve kötüsünü yaratır ama diğerleri ile arasındaki fark daha çok hakikat, mutlak din, ahlak yasaları ve akıl eleştirisi bağlamında ele alınmalıdır.