Barkın Topcu

Sevdiklerimiz, içimize attıklarımız, pişmanlıklarımız, üzüntülerimiz, sevinçlerimiz, kehanetle dolu bekleyişlerimiz ve aşklarımız… Yerkürenin tam bu noktasında gördüklerimin, işittiklerimin, hatta sözcüklerimin de ötesinde bulunduğum yerin, mesleğimin, dünya görüşümün de ötesinde yeni bir anlam biçimi aramaya başladığımda sorunun bende olduğu kadar insanda da olduğunu anlamıştım. Ne kadar zeki ne kadar deha olursak olalım hep bakış açımız kendiliğimizle dolup taşıyor çünkü… İstençlerimiz, vazifelerimiz; açlığımız, tokluğumuz; algı kapasitemizdeki yeterlikler, yetersizlikler,  çevresel koşullarımız, ekonomik altyapımız ve daha da uzatılabilecek her şey diğer insanlarda da olduğu gibi bir filozofta, sanatçıda ya da bilim insanında da birleştiğinde büyük bir kıpı imliyor.

İşte bu öznellik sınırı ya da insanın asla atıp bir kenara bırakamadığı kendilik duvarıdır. Bu duvarı yıkmaya çalışan her insan, her deha, her cesur insan farkında olmadan bu duvara yeni tuğlalar döşüyor. Duvar bir taraftan sallanmaya başlarken diğer taraftan da bir o kadar sağlamlaşıyor ki kimse buna bir anlam veremiyor. Ve işte tam da bu anlam veremeyiş sorunun diğer insanlarda olduğu yanılsamasını vererek var olan güç istemini güçlendiriyor ve bu istem farklı varyasyonlarla birleşerek kendini dünyanın karşısında sorumlu hisseden ve tehlikeye atmaktan -hem kendini hem başkalarını- korkmayan bir deha-deli tablosu ortaya çıkartıyor. Bu insan kitleleri ayaklandırmaktan da, gelecek savaşlara imza atmaktan da, dünyanın kâbusu haline gelmekten de korkmuyor. Bu da öyle büyük bir cesaret ki içinde her an bir aşkı ve tutkuyu barındırıyor. Tabii aynı zamanda öyle büyük bir korku ki yalnızca o imgelemde tutsak kaldığımız, tüm düşünce yöntemimizi onunla sınırlandırdığımız ve onsuz aynaya bakamadığımız…

Lakin ben özünde burada bu istemin dışına çıkmış olmayı söylemek şöyle dursun -ki zaten bu tam manası ile mümkün değildir- bu istemsiz bir dünya tasavvurunun dahi olmayacağını biliyorum. Bu sorunun üstünden gelmek de bir o kadar tehlikelidir gibi görünüyor bana… Ama yine de şunu söylemeliyim ki bu istemle tam formu ile mümkün olmasa da bir şekilde mücadele etmek şarttır. İnsan özeleştiri noksanı geliştirmekle kalmamalı bu özeleştiriyi aynı zamanda felsefesinin her anında hissettirebilmeli… Her sözcük bir tehlikeyi hissettirebilmeli, her nokta, her virgül, her adım; dünyayı değiştirme yolundaki cesur dehanın serüveninin öznellik sınırı içinde kaldığını ve kalacağını imleyebilmeli… Çünkü o hem bir özne hem bir nesne olarak kendi mevcudiyetinin ve düşünsel var oluşunun tam manası ile dışına çıkarak kendine apayrı bir mezarlık ya da evren yaratamaz. İmdi burada temel bir nokta ile karşı karşıyayız. Kendimizden kopmak ya da kendimize mesafe tanımak yukardaki gibi bir öznellik sınırı aşımı mıdır yoksa öznelliğin farkına mı varmaktır? Ya da başka bir değişle öznellik sorunuyla kendimizin de bir özne olduğunu anlayarak mı cebelleşelim yoksa kendimizi ideolojik bir nesnellik arayışının ortasında şüphe yetisinin yitimi halinde bularak her şeyi daha da kötüye mi sürükleyelim?

Burada anımsatmaya ya da ortaya koymaya çalıştığım gerçek felsefenin bilimsel ve bilgisel sistemiyle dahi çatışma göstermez. Çünkü bahsi geçen öz bilinç ya da öznellik bilinci kapsam bakımından ileri görüşlü bir çerçevede değerlendirildiğinde göreceğiz ki kendi içimizdeki öznelliğin farkına varmak gerçek bilimselliğe hizmet etmektedir. Peki ya neden diye soracak olanların çoğunlukta olduğunu düşünüyorum. Azınlıksa tekrar tekrar gündelik hayatı da dahil olmak üzere tüm yaşam alanlarında bu gerçeğin önemimin bilincine daha yakından vakıf olmalılar. Özeleştiri öznellik bilincinin en kapsamlı formudur. Hatta fikrimce birbirinden ayrı düşünülemeyecek iki kavramdır da… Kendi özeleştirisine açık biri, kendini evrendeki diğer canlılardan ayrı ya da üstün görmeyen bir sanatçı, filozof ya da bilim insanı dünyayı sorgulamaya kapılarını açtığında herkes kadar kendisinin de yanılabileceği gerçeğiyle barıştığında dünyaya daha aydınlık gözlerle bakacaktır çünkü… Nasıl ki anlam arayışı olmadan anlam olmazsa öznellik bilinci ya da özeleştiri formu olmadan da nesnel gerçeğe ulaşılamaz. Kendi bilgisinin sınırlılığının, kendi yaşam biçiminin yanılsamaya açık doğasının farkında olmayan biri nasıl bir başka gerçeği, bir başka özneyi analitik bir biçimde soruşturabilir ya da analiz edebilir? Felsefenin en büyük soruşturma alanlarından biri olan hakikat problemini yukarıda geçen kıpından ayrı düşünmek, hakikati eksik hatalı ve teolojik kavramak olacaktır.