Yolcunun biri, köyün birinden geçerken, gözüne kestirdiği bir konağın kapısını çalar, sekiz on yaşlarında bir çocuk açar.

Yeğenim, baban evde yok mu, yolcuyum da namazımı kılıp biraz soluklanmak için rahatsız ettim der.

Çocuk, babam evde yok, işte, der. Annesi, seslenir geriden, oğlum odaya buyur et.

Adamı odaya alır; ibriği, leğençeyi, peşkiri kapar gelir. Abdestini aldırır. Namazını kılarken, evin hanımı, yemek hazırlar.

Çocuk, siniyi getirir sofrayı kurar. Yolcu, karnını tıka basa doyurduktan sonra çocuktan kül tablası ister. Cıncık gibi kül tablasına çocuk getirir, önüne koyar.

Vatandaş, tabakasını çıkarır, cigarasını dolar. Sigara külünün, pırıl pırıl küllüğü kirlettiğini düşünerek, alır eline püff diye üfürür. Kül, her tarafa saçılır.

Çocuk, yüzünde muzip bir ifadeyle, emmi sen nerelisin diye sorar. Yolcu, halt ettiğini anlar. Mahcup bir ifade ile bre yeğenim, emmin eşşek olduktan sonra, neler olursa olsun der.

Memleketi, Yangın yerine çevirip külünü dumanını dünyaya savuranlar, yedikleri haltı, nasıl bilmezler. İş yaparım derken çiş mi yaparlar; yoksa

‎işin içinde, emperyal hesaplar mı var.‎

EL ÜSTÜ AYAK ALTI

Hazret, “On sekiz yıllık iktidarlarımız dönemlerinde, gençleri hep el üstünde tuttuk.” buyurmuşlar. Elhak, doğrudur.

Doğrudur doğru olmasına da kayıtsız şartsız biat edenler bir de üç kuruşluk çıkar için biat eden eyyamcılar -ki devran döndüğünde ilk taşı atacak onlardır- el üstünde tutulanlar.

Sorup sorgulayan, hak, hakikat arayanlar, ayak altında bile yer bulamadı. Damlara, damlarda da hücrelere tıkıldılar.

Bilal Kayabay