Kavurucu bir yazı geride bırakarak doludizgin bir tempoda küçük resimde kışa yol alırken, her yol alışımız yaşamımızın da sonuna atılan adımların olduğu gerçekliğini gösteriyor büyük resim. Ardımıza bakınca kimi hayata attığı ilk adımları görecek, kimi kaç yaprak dökümünde biraz daha solgunlaşan ayak izlerine derin bir iç çekimiyle bakacak. Hesapsız kitapsız ve hatta savurgan bir tutumla harcanan zamanların içimizi acıttığını hissederiz çoğunlukla. Çocukluk hayallerinin yaşamımızla sağlamasını yaptığımızda, büyümüşlüğün pişmanlığı omuzumuzda taşınmaz bir yük halini alır. Belki de içlerinden bir kaç ”an” ları cımbızla çeker alırız ve onları kendimize baston yaparak, minik bir tebessümün dudaklardan yanaklara doğru bir sıcaklık yaydığını hissetmek bile, yaşamın kıymetini ve ona sımsıkı sarılmamızın doğa gereği olduğu bilincini diğer kuşaklara aktaracak öğretilerin öğreticileri olduğumuzu da, bir toplumsal sorumluluk, bu sorumluluğu bilinç seviyesine aktarıcı ve hatta taşıyıcı olduğumuzun verdiği haz da yine bizi tüm değerlerimizle mutlu etmeye, yaşama sıkıca sarılmaya mecbur kılan faktörlerdir.

Kapitalist sistemde biz insanların tümünün mutlu olma olasılığı yoktur. Doğası gereği çok insanın üzerinden kendilerine mutlu bir yaşam devşiren çok azınlığın egemenliğidir kapitalist toplum. Dolayısıyla çok azı mutluysa, çok çok fazlası mutsuzdur. O mutsuz ise diğerinin çok çok mutlu olmasından kaynaklıdır o mutluluk. Bu ipsiz sapsız sistemi süreklileştirmek de kolay iş olmasa gerek. Herkes mutsuzken bir kaç kişinin mutluluğuna kimse izin vermez. Hele bileceğiz ki, şu insanların bu denli abartılı yaşamları ben fakir olduğumdan dolayıdır, bun izin vermeyiz. Zaten bunu kendisi de bildiği için ”devlet” denen bir mekanizma kurmuştur. Bu günün dünyasında devletler bir avuç sermayenin bekçiliği için vardır. Bizim ülkemizde bu gerçek çok kere su üstün çıkmaktadır. Maden kazası oluyor bakıyorsunuz devlet maden ocağının sahibinin yanında, yol yapımından kaynaklı tren kazası oluyor bakıyorsunuz devlet yolu yapan müteahhit yanında, ÇET raporu alınacak herhangi bir HES için veya maden aramak için veya başka faaliyet için devlet yine zenginden yana taraf oluyor, her defasında çevresine, suyuna, evine sahip çıkan vatandaş devlet güçleri tarafından tartaklanıyor, gözaltına alınıyor, hapse atılıyor, yargılanıyor.

Yine devlet covit 19 salgınını sağlıklı yönetmek yerine, para babalarının yanında durarak onların işlerini sorunsuz yürütmesini sağlıyor. Toplum sağlığı hiçe sayılarak devlet safını onlardan yan tutuyor. Devleti yönetenler bir de buna siyasi ayrımcılığı da katıyorlar ki, işte o zaman her şey şirazeden çıkıyor. Covit salgınını OHAL’e dönüştüren bir iktidarla karşı karşıyayız. Hatta OHAL’i de sadece kendinden olmayanlara uygulama gibi bir budalalık içine girmektedirler. Bunu derken kendi partisindeki fakir insanlara iyi davranıyor demiyorum. Kendinden olmayanlara toplantı, açık hava da olsa yasak, kendi partileri veya yandaşlarının organizasyonları serbest bırakılıyor. Örneğin kendi tabanlarını bir miting alanına yığarak onların canı cehenneme, onlar insan mı der gibi onları üst üste, iç içe yığılıyor. Kendi tabanına saygılı bir parti, kendi tabanının sağlığını düşünen partidir. AKP başkanı kendi tabanının sağlığına o kadar duyarsız ve kayıtsız ki, onları koyun gibi üst üste yığabiliyor. Gören de sanır ki, AKP başkanı muhalefetin sağlığını kendi tabanının sağlığından daha kıymetli buluyor. Coronadan dolayı onların toplanmasına izin vermiyor.
Mitinglere katılanların listeleri yapılıyor ve corona salgını kapsamı gerekçe gösterilerek onlara para dağıtılıyor, mitinge katılmayanlar ise açlığıyla başbaşa bırakılıyor. Buna itiraz eden belediyelerin yardımları da yasaklanıyor.

Hırsızlar, katiller,mafyalar hapishanelerden boşaltılıyor, ülkenin aydınları, gazetecileri, avukatları, sanatçıları hapislere dolduruluyor. Kürtlere karşı soykırımına varacak türden saldırılar yapılıyor. AKP’li olmayan Kürtlerin hepsi terörist ilan ediliyor, HDP yöneticileri evlerinden derdest edilerek toplanıyor, sıkıyönetim şartlarında gözaltında tutuluyor, daha önce aynı dosyadan verilen kararlara yüksek mahkemenin menfi karar vermesine rağmen, haksızlık yapıldığını bile hükmetmesine, devleti haksızlık yaptığı için para ile cezalandıran yüksek mahkeme kararları hiçe sayılarak, ırkçı, kafatasçı bir yaklaşımla tutuklanarak cezalandırılıyorlar. Bu siyasi kararlar hukuku devre dışı bırakmış, Devlet Bahçeli’nin işaret ettiğini yürürlüğe koyan bir anlayışla ülke yönetiliyor.
Anayasa Mahkemesine saldırı bir anayasal suçtur ve Devlet Bahçeli Yüce Divanda yargılanmalı. Partisi de derhal kapatılmalı.

Salgın hastalık karşısında sadece direnç gösteren köklü sağlık sistemimizin geleneksel yapısı mücadele ediyor, gerisi yalan, talan, vurgun üzerine kurgulanmış. Dünya sağlık Örgütünü bile kadıran Sağlık Bakanı, bu gariban halka neler yapmaz ki…?
Coronayı bahane bularak OHAL uygulaması yanında eğitim sistemi ve sağlık sistemi tamamen çökertildi. Ekonomi zaten içler acısı. Ağlanacak halleri ortada dururken hala daha Akdeniz’deki savaş tamtamlığı yetmiyormuş gib bir de Azerbaycan savaşını çıkarttılar.
Bu gün yapılan Azerbaycan üzerinden halkı militaristleştirmek, vatan, millet sakarya edebiyatıdır.
30 Yıldır sesi çıkmayan Azerbaycan’a ne oldu da biribirden işgal edilen topraklarını kurtarmaya çıktı?
Ermenistan’ın Azeri Köylerini bombalaması sonucu savaşın başladığının bir yalan olduğuna inananlardanım. Altında emperyalist özlemleri barındıran etkenlerin olduğu inancındayım. Türkiye’deki haberlerin hepsi ırkçılığa dayanan, çöken ekonomiyi unutturmaya yönelik mühendislik olduğu bir gerçektir.

Oysa, bir dünya arzuluyorduk, ne Gülhane Parkında ki ceviz ağacı bunu anladı, ne de Yetmiş Yıldır sabah akşam tokat yiyen bu nesli zor bulunur uysal halkım. Bin lira dilenmek mi daha onurlu, yoksa her vatandaş ve devlet elinde ne varsa ortaya koysun, bir sistem kuralım herkesi hem çalıştırsın, hem de akşam eve giderken o günkü kazancı herkese eşit miktarda dağıtmasını istemek mi?