Barkın Can Topcu

Felsefe nedir? Felsefenin anlamı tek bir kelimeyle ya da tek bir uzamla ortaya konabilir mi? Felsefeci olmak dünyayı yorumlamak mıdır yoksa değiştirmek mi? Felsefe yaşamı anlama konusunda bize rehberlik edebilir mi? Yoksa felsefe üst sınıf bir insan grubunun kendini tatmin etme uğraşı sonucunda ortaya çıkan saf bir sorgulama edimi midir? Tecrübelerimiz yaşamın her anında bizlerledir… Ve bu tecrübeleri yok saymak mümkün değildir. Bu yüzden de benim yaşam deneyimimin diğer her yazın kalfası gibi felsefemin içine girdiğini yok sayamam… O halde bu sorulara verdiğim yanıtların da kendi deneyim dünyamdan izler taşıdığını asla inkâr edemem ve bu düşünceyi hayatımın birçok noktasında dile getirmekten de çekinmem…

Gelelim asli meseleye… Sahiden de bu soruları yanıtlamak bu kadar basit mi? Yoksa basit olan, kokuşmuş olan insanın kendisine ve kendi düşün dünyasına fazla mı güvenmesi? Ve bu güven sürecinde analizlerinde fazla cüretkâr ve dünya karşısında acımasız mı olması?…

Filozoflar ve felsefe tarihi incelendiğinde Antik Yunan’dan bugüne kadar varan süreçte ideanın ideayı öne sürenle olan bağlantısı ya da ideayı öne süren öznenin toplumsal yapı ile ilişkisi, Marx’a ve Engels’e kadar tam anlamı ile bir açıklığa kavuşmamıştır. Bizim bu kitaptaki amacımız geniş anlamlar yaratmak ve yaratılan anlamları eleştiriye açmak, onları okuyucunun düş gücüne katmaktır.

O halde felsefenin anlamı üzerine düşünmek kişinin kendisi ve kendisiyle birlikte içinde bulunduğu dünyayı sorgulama kapsamı içine almasıdır diyebiliriz. Çünkü felsefe üzerine düşünmek hayat üzerine düşünmekten farksızdır. Felsefenin anlamı şu veya bu değildir, çünkü o insan öznesinin kendi doğası ile doğrudan ilintilidir. Elbette felsefenin anlamının alanının da belirli bir sınırı ve uzamı bulunduğundan söz edilebilir ama bu sınır yine insan öznesi ile derinden ilişkidir. Felsefenin şu veya bu oluşu ile ilgili ezbere olmayan özgün bir tasarı söz konusu ise ve kişi böyle bir tanımlamanın içine giriyorsa, girmekte cüretkar ise bu tanımın yalnızca salt bir refkeksif düşünme biçimi olmayıp siyaset felsefesinden ontolojiye kadar birçok alana da sızacağı gözden kaçırılmamalı…

Felsefenin anlamı üzerine düşünmenin en karakteristik özelliklerinden birinin onun tanımlamanın zorluğundan geçtiğini düşünüyorum… En basit şekilde felsefe eşittir sorgulama denklemini ele alalım… Felsefe eğer sorgulamaktan ibaretse felsefe neyi sorgular, yoksa her şeyi mi? Her şeyi sorgulayan bir şeyi diğerler etkinliklerden nasıl ayırt edebiliriz? Ve bu ayırt ediş sanıldığı kadar kolay mıdır? Peki, bunları da geçelim… Felsefe sanıldığı gibi içinde nesnellik gütmüyorsa, salt öznel bir alansa neden bir şeyler iddia etmeye çalışır? Ya da felsefe bir tür nesnelliği yakalama biçimi olarak karakterize edilmiş bir akıl yürütme ise neden diğer etkinliklerden farklı olarak bilim statüsüne uygun görülmez? Sahi ya felsefe nedir sorusunun bu noktada ne kadar haklı olduğunu seziyoruz sanırım…

Devam edecek olursak… Felsefenin anlamı her koşulda şu veya bu belirlemenin olumsuzlanması olacaktır… Filozof ne kadar titiz ve bilimsel çalışırsa çalışsın hep gözden kaçırdığı bir şeyler olacak ve netliğe en yakın görüntülerden birine ulaşsa dahi yine savunduğu tez dâhilinde zorunlu olarak bir başka tezi yanlışladığı için düşüncesinin mutlaklığından söz etmek mümkün olmayacaktır. Düşünce insan aklının en kutsal armağanlarından biridir ama bu armağanı ne kadar iyi değerlendirirsek değerlendirelim her zaman büyük bir tehlikenin içinde olduğumuzu unutmamalıyız. Bu tehlike yüzünden dünyaya zarar verebiliriz. Dünya üzerine düşünmenin bir felsefe edimi olarak dünyanın devinimine katkısı gözden kaçırılmamalıdır. Dünya üzerine düşünmek, dünyayı felsefe ile anlamaya çalışmak ve tezler öne sürmek bir sorumluluğu beraberinde getirmektedir. Bu kendimizi dünya karşısında kaygılı hissetme halidir… Ve bu kaygı olmadığında en büyük tehlike baş gösterir. Kendisini felsefeci, filozof olarak sunan kişi diyalektik uslamlamadan geçirmediği tezlerini size sunduğunda ve ciddi bir okur kitlesi kazandığında kim bu insanın dünyaya ve insanlığa zarar verdiği gerçeğini reddedebilir…

O halde felsefenin anlamı anlamsızlığa karşı bir savaş, dünya karşısındaki yerini sorumsuz ve bilinçsiz kullanan insana karşı bir savaş, kendini öz eleştiri süzgecinden geçiremeyen ve herkes gibi yanılabileceğini kabul etmeyen insana karşı bir savaş şeklinde özetlenebilir…

Felsefeciyi felsefeyi anlamaya yönlendiren yegâne nedenlerden birinin yeni bir felsefi sistem yaratma çabası olduğu söylenebilir.

İnsan felsefeyi anlamaya başladıkça kendisini de anlamaya başlar ama tekil bir özne olarak değil evrensel varoluş olarak, toplumsal yapının bir parçası olarak… Düşünmek cesaret etmektir, düşünmek anlam arayışında olmaktır, düşünmek saf sözler yerine gerçeği yakalamaya çalışmaktır. Felsefenin anlamı da tam bu noksanda kendini göstermektir… Felsefenin anlamını Heidegger’in terminolojisi ile dünyaya fırlatılmış bir varlık olan “dasein”de aramalıyız… O tek başına, kendi kabuğunda, tikel bir var oluş değil; toplumsal bir gerçekliktir. Onu diğer varlıklardan ayıran tam da budur, dünyaya fırlatılmışlığın bilincine vakıf olması, kendisini ancak diğer insanlarla girdiği ilişkiler neticesinde gerçekleştirebilmesi…

O halde felsefenin anlamını dünyadan soyutlanmış idealist felsefelerde değil maddeci dünya görüşünde aramalıyız… Çünkü insanı toplumsal bir var oluş ilişkisi içinde diyalektikle anlamak aynı zamanda onun doğasını dünyadan soyutlanmış bir ideada değil doğrudan insansal ilişkiler ve bilim ilişkisi içinde anlamaktır.

İnsan daha bebeklik çağında biyolojik gereksinmelerle karşılaşır. Karnını doyurmak ister, uyumak ister, ilgi ister, sevgi ister ama bunların hepsi kendi içinde bir gerilim taşır. Bir var olan olarak insan ne zaman kendi gereksinmelerinin giderilmesi konusunda bir sıkıntı ile karşılaşsa bunu giderecek objeler arar… İşte bu insanın kendi kendine yetemeyişinin ve toplumsal bir var olan olmasının kesin kanıtıdır. Ve bu gereksinmeler insanı yalnızca başka insanlara muhtaç bırakmaz, aynı zamanda o insanları değiştirmek istemesine de kaynaklık eder… Çünkü o insansal ilişkiler içinde bir bilinç kazanmıştır ve ilerleyen uygarlaşma süreci içinde artık dille dünyayı yorumlayacak ve değiştirecek hale gelmiştir… Özetle bizi biz yapan doğal ihtiyaçlar ve nesneler ancak bizim bir özne olmamızla açığa çıkabilir ve bu süreçte kendini tatmin etmek için başkalarına ihtiyaç duyan insan daha sonra o insanları dille ve düşünceyle değiştirmeye çalışır…

Bu noktada felsefenin anlamı üzerine yeniden düşünmeliyiz. Felsefe yoksa saf biyolojik güdülerimizin doğrultusunda ortaya çıkmış bir insan ürünü spekülatif varyasyon biçimi midir yoksa felsefe artık kendi içindeki gerilimlerden bir yere kadar kurtulmuş ve dünyayı düşünceleri doğrultusunda yorumlamaya ve değiştirmeye çalışan uygar insanın ürünü müdür? Yoksa o yalnızca kendisini değil de kendisini de içine alan dünyayı anlamaya çalışan ve kendi var oluşunun toplumsal gerçekliğinin bilincinde olan insanın uğraşı mıdır?

Felsefeyi anlamaya çalışan her insan kendi değerlerini ve inanç sistemlerini sorgulamak zorundadır. Çünkü o da diğer milyarlarca insan gibi kendi öznelik duvarının içine sıkışmış durumdadır bu duvarı felsefe ile anlamlandırmaya koyulduğunda aşamaz ama duvarın arkasına yönelik daha net bir resme ulaşabilir. Kendisine ayna tutamayan insan bir kitle yaratırsa o kitlenin düşünceleri çamurlu bir derenin sularından farksızdır.

Felsefeyi basitleştirmek onu anlaşılır sözcüklerle dile, sese dökmek değildir. Felsefeyi basitleştiren en yegane unsur onu kendi içinde taşıdığı dinamizminden, heyecanından ve hakikati arayışındaki zorluğundan ve zorunluluğundan soyutlayan yazarın bunlara vesile olan sarhoşluk hali ile açıklanabilir. Ne felsefe göründüğü kadar dinsel, basit ve dogmatik ne de felsefenin anlamı bu hataları içerecek kadar sığdır.

Felsefe düşünüyor olmak değildir felsefe daha çok düşünüyor olmanın bilincine vakıf olmaktır. Felsefe filozofların düşüncelerinin tarihinden daha çok filozofların düşünüyor olmanın bilincine vakıf olmalarının tarihidir. Herkes bir şekilde düşünür ya da düşündüğünü beyan eder ama filozoflar düşüncenin kıymetine anlam verdikleri ve düşünüyor olmanın insana yüklediği varoluşsal sorumluluğun bilincine vakıf oldukları için filozoflardır.

Felsefe varoluşsal gerçeklik karşısında bireyin kendine ve dünyaya ayna tutabilmesi için biricik etkinliklerden biridir. Ama onun en zor yanlarından biri tanımsallığıdır. Ya da bu biricik etkinlik alanının nesnel akıl yürütmeyle anlaşılabilirliği asla inkâr edilemez olsa da ve onun anlamı asla sofistik bir düşünce biçimine perde açmasa da sorun onun anlamının her şeyin anlamı ile bire bir ilişkide olmasıdır.

Öznellik nedir sorusu bir felsefe okuru ve yazarı için hayati önem taşır. Çünkü felsefenin terminolojik kökeninin öznel ve göreli olduğunu tasavvur eden çok kişi vardır. Kısmen doğruluk payı olduğunu yadsımıyorum. Çünkü felsefe sınırlı ve kendi içinde kapalı bir alan olarak ele alındığında doğa bilimlerinden ve matematikten farklı olarak genel geçer bir alt yapı paradigmasına sahip değildir. İşte tam bu noktada felsefe nedir sorusu tekrar sorulmalı… Felsefe öznel, göreli ve sezgiye dayanan asla kanıtlama amacı gütmeyen bir etkinlik mi yoksa felsefe çok daha geniş bir alana yayılan ve tüm diğer disiplinlerin temelini oluşturan, hiçbir şeyin onsuz yapamayacağı temellerin temeli midir?

Felsefe Marksizm ile özdeşleştirilebilir mi? Felsefe Marksizm’den ayrılabilir mi? İki soruya da verdiğim yanıt hayırdır. Felsefe ne Marx ya da Marksist düşünceyle doğdu ne de 21.yy’da Marksizm olmadan kendi sürekliliğini ve dinamik yapısını sürdürebilir. Çünkü felsefeyi doğruluk payı ne kadar yüksek olursa olsun tek bir akıl yürütme ile ya da tek bir tarihsel dışavurumla özdeşleştirmek gelecek çağları öngörecek fikirlere kapalı olmak anlamına gelir. Ama bu tarih karşısında tarafsız olunacağı anlamına gelmez; nasıl ki tarafsız insan yoksa tarafsız düşünce, tarafsız filozof, tarafsız bilim insanı da yoktur. O yüzden tarihi; geçmişi ve geleceği en iyi anlamlandıran, onu en dürüst ve ussalca sunan, dünyayı nesnel anlamda en iyi yorumlayan ve değiştirme kıpısını içinde barındıran yer içinde bulunmaktan zevk alabileceğimiz yer burasıdır.