Özer Topçu

Küçükken ben nikordum. Nikor, siyah saçların bir kısmının beyaz olma halidir. Yöremizde bu tarz kimselere nikor derler. Ne enteresandır ki, bana nikor diyen olmadı. Lakap olarak öyle de olabilirdi. Gözaltındayken bir sivil polis benim ifademi alırken ”sen çok tehlikeli adamsın” dedi. Ben o sıra tam 19 yaşındayım.Neden tehlikeliyim diye sorunca, saçımdaki o beyaz saçladan kaynaklı olduğunu söyledi. İşin enteresanı ise kendisinin nikoru benden büyüktü. Benim nikor alanım taş patlasın 1.5 cm. Olurdu. Onun ise en az 5 cm. Olurdu. Dedim ki, sizde de var aynısından ”ey ben de tehlikeliyim” dedi.

O arada Piç Hüseyin Başçavuş geldi. ”ooooo beyefendi hoş gelmişsiniz” ile başlayan bir sürü dalga geçer laflar etmeye başladı. Sivil polise beni anlatıp duruyor. 1979’da seçimleri engellerken dur ihtarına uymadık, Ayvazgil’in Mahalleye doğru koşarken askerlerden mesafeyi çok açınca askerlere ”ateş edin, ateş edin” diye bağıran kişiydi. Yine bir keresinde gecenin yarısında köyümüzdeki halk odasına baskın yapınca yine ben ve iki arkadaşımı yakalamış, benim çizip duvara astığım FKÖ’nün gerillalarının resimleri altındaki şiire takmış, beni özel düşman ilan etmişti. Şiirde ”halay çeker türkü söyler gibi yan yana, omuz omuza verip, düşmana kurşun da atarız” yazılıydı. Onu aldı götürdü suç delili diye. Tabi iki kırma tüfek, bir de tabanca yakaladı o an. Seçimleri engellemekten de şikayetçi olmuştu ancak, savcının devrimci olmasından kaynaklı gözaltına bile alınmadan yırtmıştık. Sadece tabanca sahibi kenan yoldaşımız  tutuklanmıştı. Oralardan bir sürü intikamı vardı Piç Hüseyin’in. Sivil polise de verdi gazı, verdi gazı beni etti ki örgütün büyük adamı. Oysa on dokuz yaşında çocuğuz. Sordukları sorulara cevap vermeyince falakaya yatırıyor, ayaklarıma tuzlu su döküyorlar, peşinden de ”haydi şimdi denize” diyerek hortumla tazyikli ve buz gibi suyu vermeye başlıyorlardı. Bizim İbo’yu da getirdiler o ara. O da benim gibi her şeyi reddediyor ve bana yapılanların aynısını İbo’ya da yapıyorlar. İbo’nun devrimci olmasında en çok emeği olan kişi sanırım bendim. İbo ile ilkokulda aynı sırada oturuyorduk. Altyapısı d olunca örgütlemek  zor olmamıştı. Her zaman en çok güvendiğim bir arkadaşım, yoldaşım oldu İbo. Zaten orada da gösterdi bu kararlılığını. İbo ile aynı yerde kalmıyor duk. Ancak, bana ne yaparlarsa o duyuyordu, ona ne yaparlarsa ben duyuyordum. Şavşat Hapishanesinin olduğu yerdeki nazereti bilenler bilir. İşleri bitince leşi atar gibi nazerete atıyorlardı. İki tane enteresan şey oldu bu süreçte. İlki kalabalık birilerini getirdiler sorgu odalarına doldurdular. Kapıları kapattılar. Sesleri duyuyorum ancak ne dediklerini anlayamıyordum. Meğer Yavuzköyü’nde bizimle gördükleri, devrimcilerle ilgili ne kadar genç varsa hepsini toplamış getirmişler. İbo’nun üzerine kimse ifade vermedi ama ben suçlamaları kabul etmeyince, o gençleri karşıma çıkarttılar. Ben içerdeyken meğer köyde bomba süslü pankart asılıyor, afişler asılıyor ve gençler toplanıyor, benim hazırladığımı onlara da zorla dağıttırdığımı, astırdığımı söylüyorlar. Bunları Piç Hüseyin tertipliyor. Zaten arananlar listesinde ismim çıkmış, buna gerek yok ama yine de Piç Hüseyin, piçliğini yapıyor. Tabi bunlar yalan söylüyor diyerek hepsini reddettim. Sadece halkevi faaliyetlerimi ve yasal mitingleri kabul ettim. Bunlar haricinde benim bir eylemim yoktur dedikçe işkencenin dozunu artırdılar. 15 günü aşmıştı, bir gün Uzman Çavuş Bahri Deniz sorguluyordu. Bu arada 1979 Yılına kadar, yani bizim seçimleri boykot edip, Yavuzköyü’nde akşama kadar Jandarmayı koşuşturma eylemimimize kadar Bahri Deniz babamın arkadaşıydı. 1979 Yılında o eylemden dolayı babamla tarışmışlar ve konuşmuyorlardı. Hatta babama takmışlardı. O gün o kadar soğuk su tutturdu ki tamam konuşacağım dedim. Durdurdu askerleri ‘hah böyle adam ol” gibi laflar ederek beni odasına götürdü. Çay içer misin dedi, içerim dedim. 15 Gündür sigara içmiyorum bu arada. Yemek de arada bir verdiler. Çayım geldi ve hayatımın en lezzetli çayı o çaydır. İki fırtta yarı ettim. Durmadı ki çayımı bitireyim ‘hadi konuş” dedi. Vallahi benim bildiğim bir şey yok. O pankartları ben asmadım, o afişleri ben hazırlamadım diyerek ısrar ettim. Bu sırada tamam anladım, onları sen yapmadın ”ey x’in evini sen mi bombaladın” diyerek dövmeye başladı. Yoruldu döverek, askerlere ”alın bunu dövün” deyip, onlara verdi. Onlar paspas gibi yerlerde süründürdüler adeta. Tatmin olunca götürüp nezarete attılar yeniden. Yerde yatıyorsun, başını koyacağın hiçbir şey yok ve çok soğuk. Kaç saat orada öyle sızmışsam, gözlerimi açtığımda karşımda bir karartı duruyordu. Bu da ikinci enteresan şeydi. Hiç hareket etmeden sessizce ona baktım epey bir zaman. Kimsin sen dedim sessizce. O da ”sen kimsin” diyerek bana yöneltti aynı soruyu. Desem mi demesemmi düşündüm bir an. Çünkü benim yanıma attıklarının bir sivil polis olacağını düşünüyordum. Kitaplardan öyle okumuştuk. Ani bir refleksle ben Özer Topçu dedim. O da ”ben İsa” dedi. Dünyalar benim oldu o an. İsa’da sigara vardı, tüttürdük karşılıklı. O kendisini anlattı bana, ben de ona. Meğer o birini öldürmüşler buraya atmışlar sanmış. Orada saatlerce kazık gibi durmuş. Benden hiç ses çıkmayınca adeta da korkmuş. İsa ile tanışıyorduk. Bir alt sınıfta okuyordu lisede iken. Sonra Şener geldi. Hüsamettin’de gelmişti ama onunla karşılaşamıyorduk. Onu başka yerde tutuyorlardı. Çünkü Yavuzköyü denince Hüsamettin, Özer, Kenan akla geliyordu. Bizlerin üzerimize epeyce ifade toplayıp önce Artvin öğretmenokulunda oluşturdukları gözetime, oradan da Erzurum’a derdest ettiler. İbo daha sonra geldi Erzurum’a…

12 eylül faşizminin ve işbirlikçilerin haydutluklarını anlamamız için yapılanları görmemiz yeterlidir. Ben gözaltındayken o bomba süslü iki pankartı ve diğer afişleri Kamil isimli muhbir tarafından gündüz herkese göstere göstere köyün kahvesinde gençlere hazırlatıyor ve astırıyor. Ona bu talimatı veren de Piç Hüseyin. Bu tertibi tahmin ediyordum ama net değildim. Bir yıl önce bu tezgahin böyle işlediğini öğrenmiş oldum. Halkevini yakanları da öğrendim, camiye sol sloganlar yazarak halkın gözünden bizi düşürmeye çalışan dangalakları da biliyorum.

 

Bir şey daha öğrendim;
Ben ne zaman köye gitsem başta muhbir Ekrem olmak üzere uyku uyumazlar mış. Sabahlara kadar nöbet tutarlar mış. Bu korkuyla yaşamalarından oldukça haz alıyordum. Altı günlüğüne gitmişsem onu on güne çıkarmaya çalışıyordum.
Gün gelecek AKP tetikçileri de bu korkuyu yaşayacaklar. İnanıyorum.