Barkın Can Topçu

Felsefe sadece anlamlardan ibaret değildir. Felsefe anlamların anlamlandırılmasından da ibaret değildir çünkü her koşulda anlam bir başka anlamın mevcudiyeti üzerine kuruludur. Felsefe biraz daha ötesidir… Anlamı anlamsız bir çağın yıkımından kurtarıp onu ebediyetin içinden çıkartmaya çalışmaktır.

Felsefe tikel bir uğraş değildir. Felsefe toplumsal yaşamın ve toplumsal gerçekliğin bir parçasıdır. Düşünen insan salt kendi içinde, kendi kabuğunda fikir yürüten bir insan değildir. Çünkü Karl Marx’ın belirttiği üzere insan bilincini belirleyen toplumsal koşullardır. Ve bu yüzden o hiçbir zaman yaratısı olan ve yeni tanrılar uyandıran felsefesinde toplumsal koşullardan, alt yapı üst yapı ilişkilerinden bağımsız değildir.

Felsefe ve felsefenin anlamı ile diğer etkinlikler ve disiplinler arası ilişkiler çok önemlidir. Çünkü felsefeye düşülen anlam anlamlandıranın tarafını, dünya görüşünü yansıtır. Herkesin aklına felsefe deyince bilgi sevgisi, bilgelik sevgisi, hikmet arayışı gibi anlamlar gelebilir. Lakin asıl sorun bilgiden, bilgelikten, hikmetten, hikmet arayışından ne anladığımızdır. Ya da felsefenin felsefeci tarafından dinamikleştirilen ulaşmaya çalıştığı noktadır. Veya neyi sorguladığımız, hakikate hangi yöntemle ulaşabileceğimiz ve neden felsefeyi seçtiğimizdir. Felsefe ve diğer tüm etkinlikler felsefecinin gördüğü, görmeye çalıştığı dünya ile ilişkilidir. Bu kişi isterse bir fizikçi ya da matematikçi olsun durum değişmez. Fark hangisinin olguya ulaşmada daha sağlam yöntemlere ve paradigmaya sahip olduğudur. Ama felsefesi olmayan bir bilim insanı olmayacağı için doğrularından şüphe duyulmayacak bilim de yoktur. Felsefe salt öznel değildir tüm yönlerden bilimsel düşünme biçimini içinde taşır. Çünkü hiçbir bilim hiçbir sanat hiçbir nesnel akıl yürütme ve anlama yöneliş felsefesiz yapamaz, felsefe bilimlerin bilimidir. Ama yine de o tek bir şey değildir, ya da tek bir kelime ile özdesleştirilemez. O her şeyin onla ilintili olduğu temel akıl yürütme biçimini temsil eder. Felsefe düşünüyor olmanın bilincinde olmaktır.

Felsefenin en çetin problemlerinden biri adanmışlıktır. Socrates ve ironi kavramını ondan ödünç alan Kierkeggard’ın yaşamları bu problem üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Felsefe Ve felsefenin “ne”liği üzerine soruşturmaların özünde tartışılmalı bir konu vardır. Ve bu tartışmanın ana ekseni şu soruda kendisini açığa çıkartır.

“Felsefe bir teori midir yoksa aynı zamanda gündelik hayatın içine de sızan bir yaşam tarzı, bir seçim ve dünya karşısında kendini sorumlu hissetme hali ile bağlantılı olan bir adanmışlık mıdır?

Felsefe bir yolculuktur, ama nereye sorusu Postmodern çağda mutlaka dillendirilmesi gereken problemlerden biridir! Çünkü postmodern çağın en karakteristik özelliklerinden biri ilerlemeye ve ideolojiye bakış açısındaki körlüktür. Ve en nihayetinde felsefenin anlamı, felsefenin “ne”liği gibi soruşturmaları her çağın değer yargıları ve üretim ilişkileri ile sıkıya ilişki içindedir.

Felsefeyi diğer etkinlik alanlarından başka bir yere koyan, farklı bir dilsellikle temsil edilmesine neden olan onun soruşturma alanının hem kendisine has bir dille açığa çıkması hem düşünce yöneliminin genel geçer yasaları bulmak için bilime ve sanata hizmet etmesi hem de sanki bağımsız ve tikel bir alanmış gibi benimsenmesidir. Bunların yanı sıra felsefe yalnızca bilime ve sanata ev sahipliği yapmaz din ve gündelik hayatın bilgisi de felsefe ile değerlendirme ve tartışma konusu haline getirilir. Tek bir din yoktur. Bahsi geçen tek bir kutsal kitaba dayanan din olsa da onu herkes farklı bir şekilde yorumlar ve hayat pratikleri içinde farklı şekillerde yaşarlar. Felsefe burada nasıl düşüneceğimizi, kutsal metni nasıl çözümleyeceğimizi ve onu pratik yaşama nasıl geçireceğimizi bilmede birincil rol oynar. Din dogmatik olsa da dini yaşam pratiği haline getiren herkes bir şekilde farklı alımlar dinin mesajlarını… Felsefe salt bir hakikate ulaşamadığımız bu dünyada dünyaya bakış açımızı etkiler ve bu bakış açısının devinimi de felsefe ile ilintilidir. Herkes filozof mudur bilemem ama en iyisinden en kötüsüne herkesin yaşamını belirleyen bir felsefe olduğunu yadsıyamam. Sanat için de benzer bir şey geçerlidir. Sanatçı bir felsefeciden farklı olarak kurgusal, yaratıcı ve estetik bir yapı meydana getirir. Ama bu var olan estetik yapının ereği felsefede saklıdır. Felsefe olmadan hiçbir şey yapılamaz. Felsefe bir tablonun ya da şiirin içindeki gizli veya belirgin anlamdır. Burada bir atlama ile gündelik bilgiden sanatsal bilgiye geçtik. Peki, gündelik yaşamımızı felsefe nasıl belirler? Felsefe gündelik yaşamın içinde çıktığımız her yolculuğun anlamsal boyutunu içinde taşır. Ama gündelik bilgi genelde hakikatle dolup taşmaz o daha çok nerde gülüp nerde ağlayacağımızı belirlemede, hangi mesleği, hangi partiyi, ideolojiyi hayatımıza kılavuz edeceğimiz ile ilgilidir. Ya da felsefe birbiri ile tartışan iki insanın, tartışmaya neden olan düşüncelerinin, bildiklerinin ve bilemediklerinin altındaki gizil güçtür de.

Bilimsel bilgi ise felsefe ile yoğunlaşır. Bir dert sahibi eder bilim insanını… Çalışmalarını sürdürmesine etki eden gizil güçtür felsefe… Bilimsel bilginin paradigmasını oluşturan da yine felsefedir.

İnsan felsefenin anlamına felsefe tarihi okuyarak varamaz. Felsefe tarihi ancak bize düşüncenin tarihini sunabilir. Oysa asıl mesele düşünceyi retorik içinde kavramak ve daima daha fazla düşüncenin kıymetine vakıf olan biri haline gelmektir. Karşıtlıklar içinde ele alınmayan diyalektik bir yönteme sahip olmayan her tez fanidir.

Kitlesel kıyımlar, faşizm, despotizm, totalitarizm, militarizm ve kapitalist güçleri egemen olduğu yerde felsefenin sefil edilişi söz konusudur. Hümanizmin, özgürlükçülüğün ve barışın olmadığı yerlerde felsefe egemen sınıfların elinde ustaca kullandığı bir silahtır. Ama ellerinde tuttukları felsefe değildir felsefenin ters yüz edilmiş halidir, “şirk felsefesidir”…