17 Aralık 2016
Rasim Yılmaz

Ben kendimi mirketlere kaptırmış, onları izlerken 300 metre ötede ana yoldan rampa yukarı çıkmakta olan bir binek aracının sağ ön koltuğunda oturan bir kadın bana el sallayarak “Ne haber Rasim?” diye seslendi. Tanıdık biri olduğunu düşünerek bende mirketleri ürkütmeyecek şekilde sessizce el salladım.

Sonra araç ileriden geri dönüp ana yoldan saparak toprak yoldan yanıma geldi.  Aracın içinde erkek sürücünün haricinde iki kadın vardı. Sağ ön koltukta oturan kadın, elinde tuttuğu canlı bir horozla araçtan inerek “Ne haber hısım?”deyince az önce “Rasim” değil de “hısım” diye bağırdığını anladım ama tanıdık birileri olmadığına göre aklım,  nerden “hısım” olduğumuza takıldı…

Onların gelmesiyle birlikte benim mirketler, anında ortalıktan toz olup yer altı sığınaklarına saklandılar. Haksızda değildiler hani. İnsanoğlunun yeryüzünde zarar vermediği tek bir canlı yok çünkü.  Şunu da söylemeliyim ki mirketler çok pratik hayvanlar. Koşarlarken göz ilişmiyor.

Mirketlerimi kaçırdıkları için içten içe bozulmuş olsam da belli etmeden ne aradıklarını sordum. Kadın, piknik yapmak istediklerini ama ilerideki bir köyden aldıkları köy horozunu kesemediklerini söyleyerek benim kesmemi istedi.

Bu istek bana rahmetli babamın 50 yıl önce anlattığı bir olayı hatırlattı.

Babam, Erzurum’da askerlik yaptığı dönemde (4 yıl askerlik yapmış) bir hafta sonu izninde bir arkadaşıyla sokaklarda dolaşırken kucağında horoz bulunan bir kadın karşılarına çıkmış. Kadın:
“Asker ağa, şu horozumu kesebilir misin?” demiş.  Önce kesmek istememişler ama kadının ısrarı üzerine babam, kadına iyilik olsun diye, çekip hançerini bir vuruşta horozun kellesini uçuruvermiş. Horoz kafasız bir şekilde sokakta çırpınırken kadın:

“Yetişin komşular bu adam benim horozumu kesti!” diye basmış feryadı.

Kadın cırtlak sesiyle yeri göğü inletmeye dursun, bütün mahalleli olay yerine dökülmüş. Babamla arkadaşı ne yapacağını şaşırmış bir vaziyetteyken imdadına yaşlı bir adam yetişmiş.
Adam kadını tanıdığı için karşısına alıp:
“Kız paçoz, bula bula  bu iki mazlum garibanı mı buldun?”  diye bağırıp kadını kovalamış.  Böylece babamlar da derin bir nefes alıp ihtiyarın elini öperek arkalarına bakmadan sıvışmışlar oradan.

Kadın bana “horozu kes” deyince o anda Babamın yıllar önce çocukluğumda anlattığı bu olay aklıma geldi. İçimden bir ses “sakın ola bu horozu kesme” dedi. Kadına horozu kesmeyeceğimi söyledim ama kadın ikna olacak gibi gözükmüyordu. Horozu kesmem halinde birlikte piknik yapabileceğimizi de önerdi. Hatta sanki kesmeye mecburmuşum gibi kadın ısrarcı oluyordu. O ısrar ettikçe sanki yan tarafta Babam: “Sakın ha, bak ben sana yıllar önce ne anlatmıştım, aklını başına topla.” der gibiydi.

Kadın beni ikna edemeyince, bu kez kim olduğumu ve burada ne yaptığımı sordu. Bende kendimi kısaca anlattım. Bu kez “Ben bu çektiğin yaratıklardan (mirketlerden) daha çirkin miyim? diyerek fotoğrafını çekmemi istedi.

Göl kenarında kadının birkaç poz fotoğrafını çektim. Çektim çekmesine ama fotoğrafları nasıl alacaklarını bile sormadan   beni ürküttükleri mirketlerimle baş başa bırakarak geri dönüp gittiler…

Eeee.. Benim de siz okuyucularıma önerim; kimsenin horozuna ne kiş deyin, ne de kimsenin horozunu kesmeye yeltenin.

Esen kalın, sevgiyle kalın.