Rasim Yılmaz

BİLBİLAN’DA BULUT’LA ÖZGÜRLÜĞE ŞAHLANIŞ!…

İnsanın yaklaşık 12.000 yıldır yanında bulundurduğu evcil hayvanlar içinde iki hayvan türü özel yere sahiptir. Bunlardan biri at diğeri köpektir. Bu hayvanlar, her zaman insan tarihinin ve insanın hayvanlar dünyası ile ilişkisinin bir parçası oldular. Salt faydacı bir işlev yerine getirmekle kalmayıp güvenilir ve ayrılmaz dostlar olarak birlikte yaşadılar.

unnamed (8)

Yazımın bundan önceki üç bölümünde anlatmaya çalıştığım; genelde Bilbilan yaylası, özelde ise Derehğanı’nda ki kültürel değerler yanında giderek hayvancılığın yok olduğuna dikkat çekmeye çalıştım. Ancak sürekli yaygınlaşmakta olan motorize araçların artık ata ihtiyaç bırakmadığı günümüz koşullarında, atlarında hızla neslinin azaldığını görmek mümkün. Kısacası tarihe damga vurmuş bir kültür böylece sona doğru yaklaşmakta. Belki de bir süre sonra bu güzel hayvanlardan sadece ticari yarış aracı olma  dışında söz etme olanağı bulamayacağız.

İşte Derehğanı’nda rastladığım bu asil hayvanlarla günü birlik yaşadıklarımla ilgili biraz söz etmek istiyorum.

unnamed (3)

Derehğan’ına ne zaman gelsem artık o eskinin  alımlı binek atların rastlamak olası değil. Genelde zayıf, çelimsiz, belli ki zorunlu yük için saklanan atlar. İçlerinde binek atı olduğu imajı veren tek tük sayılı atlar var.

unnamed (12)

İşte o tek tük atlardan biri, 2015 ağustos ayında gittiğimde dizgininden tutmuş elinde al atı ile gezinmekte olan bir Kürt köylüsü dikkatimi çekti. Binmek için atı istemeye niyet ettim ama arkadaşım Sakip, bunun iyi bir fikir olmayacağını, atın sahibinin atı emanet etmeyeceğini söylemişti.  Ama ben dayanamayıp gidip atın sahibiyle görüşüm. Bana güvenmesi için çantamı açıp fotoğraf makinemi ve diğer alet edevatı gösterdim.  Teminat olarak çantayı kendisine bırakabileceğimi, ata binmem için müsaade etmesi için ricada bulundum. Adamcağız ikilemeden, çantamı kabul etmeyerek atın dizginini elime tutuşturdu. Doğrusu bana  bu kadar kolaylıkla güvenmesi beni mahcup etmişti.

unnamed

Adam kısaca atın huyunu anlattıktan sonra gülerek; RecepTayyip Erdoğan’ın Başbakanken attan nasıl düştüğünü hatırlatarak; atın   acemi olduğumu anlarsa beni üzerinde tutmayacağı konusunda beni uyardı. Önce Alaydına kendimi tanıtıp yelelerini okşadım. Ardından da bir hamlede üzerine atladım. Yaş elliyi geçmiş ama atın sırtında 20’li yaşlardaki ben varım sanki! Gözüm dünyayı görmüyor. Kendimi özgür hissediyorum. Dağları aşacakmışım hissine kapılıyorum. Alaydınla 40 yıllık dost gibiyiz. Belli ki üstündeki biniciyi kabullenmiş gözüküyor. Durmadan ön ayağıyla yeri eşeleyerek yol istiyor!  Alaydın’la kısa mesafeli bir tur atıp geri geliyorum. Haydoslu sarkık bıyıklı, karayağız,  uzun saçlı, kar gözlüklü  25 yaşlarında bir delikanlı, altında hopur hopur oynayan yağız atla yanıma yaklaşıyor.

-Oro Amca, varsın yarışa? diyor. Alaydın’ın sahibinin gözüne bakıyorum. Bıyık altından gülerek göz kırpıyor adam.

Ovada bir anda ikimizde Bilbilan’ın zirvesini göze kestirerek atları mahmuzluyoruz.  Alaydın, yağız ata göz açtırmıyor. Geri dönüp geliyorum. Yağız at arkamdan geliyor, forsu biraz düşmüş gibi. Yağız atın binicisi Alaydın’dan ziyade benim usta biniciliğimi takdir etme inceliğini gösteriyor. Alaydın’ın sahibi, “senin iyi bir binici olduğunu anlamıştım” diyerek sırtımı sıvazlıyor. Sırtından inip yelelerini okşarken Alaydın, sanki tanıştığımıza memnuniyetini ifade etmek istercesine ileri geri başını sallayarak panhğuruyor.

Dönerci hap aynı yerde

Geçmişi hatırladığım kadarıyla en son köprübaşındaki dönercide; 1979 yazında babam, ben, Olurlu Mahmut ve Ahmet amcalar birlikte döner yemiştik.

Sanki aynı dönerci değişmemiş gene burada. Yolun kenarındaki bir masaya Sakip Gündüz, Yavuz İstanbullu ve HĞevalı Yaşar Bey oturup kendimize çağ kebap siparişi veriyoruz.

Yanımızda kolunda sepetiyle bir çorap satıcısı beliriyor. 5 çift çorap 10 lira diyor. Aslında almak istiyorum ama biraz da şamata olsun diye pahalı olduğunu söylüyorum. Yanında bir çiftte hediye diyor. Şu bir çiftte armağan olsun, yedi, sekiz on, biz işin gırgırındayız ama satıcı mutlaka bizim paramızı alacak. Sonunda 14 çift çorap tutuşturuyor elime. Satıcının 10 Lirasını ödüyorum. Diğer arkadaşlarımda alıyor. Çorapçı mutlu çünkü epey satış yapıyor.

Şaşort Kadınlar

Arkadaşlarımdan ayrılıp fotoğraf makinem elimde Hopalıların yaylalarını ziyaret ediyorum. Bir yaylanın kapısında üç şaşort oturmuş yün eğiriyorlar. Selam verip hal hatır soruyorum. Acaba muhabbeti biraz daha derinleştirebilir miyiz diye güvenlerini kazanabilmek için referans olarak yazarı olduğum 08 Artvin dergisinin sahibi Hopalı Ramazan Balcıoğlu’nu soruyorum. Başı aynı anam gibi beyaz tülbentle örtülü olan şaşortlardan biri:

“O benum oğlumdur” diyor.”

Kısa bir şaşkınlıktan sonra Eğilip şaşort  ananın elini öpmek istiyorum ama öptürmüyor. Sanki anamı bulmuş gibi nasılda sevinçliyim! O da Ramazan’ı gelmiş gibi mutlu. Yemek yedirmek istiyor ama hem arkadaşlarımı bekletmemek hemde zahmet vermemek için kabul etmiyorum. Bir süre daha muhabbetimiz güzelleşiyor. Sonra şaşort analarla vedalaşıyorum.

unnamed (9)

Eski günlerden derin izler değil ta kendisi.
Geçmişin o güzel hatıraları bir bir gözümün önünden geçiyor. Kâh sevinçli, kâh hüzünlü… Bir kez daha yüzükoyun uzanıp hanın göletinden kana kana su içiyorum, çocukluğumda olduğu gibi. Suda şavkıma bakarken Babamın “Oğlum suya dikkat et dibi görünmeyen gölden su içme!” demesini bekler gibiyim. Sonra kalkıp aracıma yöneliyorum.

unnamed (2)

Arkadaşlarım Sakip, Yavuz ve HĞevalı Yaşar Kavak’la beraber  HĞeva yaylasına gidiyoruz.

BULUT’LA ÖZGÜRLÜĞE YÜRÜMEK!

2016 yazı Ağustos ayında Derehğanına  Yusuf  Pehlivan ve Sevim Yenge ile birlikte tekrar gittim. Orada Aslen Tolgumlu ama Hopa Kemalpaşa’da yaşayan çay emekçisi Ali Çolak’la tanıştım.

Aslında Ali ile tanışmamın asıl sebebi ise Ali’nin bindiği vahşi görünümlü olan üç yaşındaki Bulut adlı demirkırattı.

unnamed (6)

Beni ata çeken onun vahşi görünümüydü. Ömrüm boyunca bir türlü izlemekten bıkmadığım Kızılderili filmlerinde izlediğim vahşi atları andırıyordu.

Gidip Ali ile tanıştım. Hoş beşten sonra atına binip binemeyeceğimi sordum. Ali kardeşim itirazsız binebileceğimi söyledi.

Ben vakit kaybetmeden kendimi demirkırın sırtında buldum. Atı mahmuzlayarak dizgini çekince Bulut tam da o vahşi görünümüne uygun bir tarzda şaha kalktı. Artık Demirkırı tanımıştım. Defalarca şaha kaldırdım.

unnamed (5)

İki hafta sonra yine bir Cumartesi günü; uzun yıllardır yazarı olduğum 08 Haber gazetesi imtiyaz sahibi  Sedat Varan, Yazı İşleri  Müdürü Hatice Nur Ersöz  ve gazeteci dostum  Sami Özçelik’in de içinde olduğu 16 kişilik Artvin Kadın Girişimciler  Turizm Geliştirme İşletme Kooperatifi üyeleriyle birlikte tekrar gittik.

Grupla suyun başında kurduğumuz dostluk sofrası görmeye değerdi. Her şey çok güzel olmasının yanında gözüm Bulut’u aramaktaydı. Sanki ne dilersem olacakmışçasına Bulut’u uzaktan gördüğümde bütün hüzünlerim, suskunluğum uçup gidiverdi aniden. Kendimi çocuk gibi hissederek onlara doğru yürüdüm.

Ali’yi yarı yolda karşıladığımda niyetimi çoktan anlamıştı bile. Bir kez daha kendimi Bulut’un sırtında şaha kalkışımızla özgürlüğün kucağında buldum. Ta ki Sami Özçelik’in yazısında

“RASİM YILMAZ’IN AT ÜZERİNDEKİ ŞAHLANIŞ GÖSTERİSİ SÜPERDİ!

“Kahvaltımızı yaptıktan sonra Rasim Yılmaz, tanıdığı bir dostunu atıyla birlikte alana girdi. Burada atı şaha kaldırarak güzel bir gösteri yaptı. Rasim Yılmaz’ın ata binmedeki ustalığı ve yaptığı gösteri herkesten tam puan aldı.”

unnamed (11)

KIZIL ŞAHİN GÜNÜN FOTOĞRAFLARINI VERDİ

“Dönüşte  kızıl şahin kayalar üstünde oturduğunu görüyoruz. Rasim Yılmaz araçtan inerek, fotoğraflıyor. Şahin kaçmıyor. Pozlar veriyor. Sonunda da üstüne doğru uçarak, “bir de böyle uçarken çek Rasim ağabey” der gibi modelliğini yapıp alandan ayrılıyor.” dedirtecek kadar…”

unnamed (4)

Ahhhhh çocukluğum. Ne de güzelmiş. Ne çok unutulmaz anılarım varmış meğer! Bulutun sırtındayken, babamın “ Oğlum, at kutsal hayvandır, o binicisini tanır. Ata ne kadar sevgiyle yaklaşırsan o senin sözünden çıkmaz. Nere gitmek istediğini kulağına fısılda gerisine karışma!” dediğini duyar gibiydim.

Çocukluğumu, babamı, tüm sevdiklerimi bir kez daha yüreğim sızlayarak anımsadım Bulut’un sırtındayken. Sanki Bulut’un sırtında değil de 18 yaşında Senem adlı doru atımızın sırtındaymışım gibi hissettim.
Teşekkürler Ali kardeşim!

Teşekkürler Bulut!…

unnamed (13)

Teşekkürler geçmişim…

SİZDEN GELENLER:

Bu yazımın 3. bölümü “Sizin de Bir Dağınız Var mıdır” başlıklı yazımda yanlışlıkla Ardanuçlu diye tanıtsam da aslen Şavşat Ankliya (Dalkırmaz) köyü doğumlu Profesör Ali Demir’in kısa bir anısını paylaşmıştım.

Sayın Ali Demir, babasıyla ilgili bir öykü gönderdi. İlgiyle okuyacağınızı umduğum bu öyküyü siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum.

ATÇI AMCA

Ali Demir

Atçı Amca, benim babam. At sevdalısı, çapkın, kuşağının son Kazanovalarından biri. Köy yollarının yapılması, ulaşım ve tarım işlerinin çoğunlukla dolmuş ve traktörlerle yapılmaya başladığından beri atçılık geleneği sona ermiş, atlar kanatlanıp uçuvermişlerdi. Tüm bu gelişmelere karşın, atçı amca atına ya da atlarına sıkı sıkıya sarılmış, “ben at sırtında doğdum, at sırtında öleceğim” diye inat etmişti. Atlarla o denli özdeşleşmişti ki, tarlada, bağda-bahçede bile onu kimse atsız göremezdi. Yalnız cuma ve bayram namazlarında uğradığı köyün camisine de atla gider, yarışacak başka atlı olmasa da, tek başına atını sürer, başta çocuklar olmak üzere, at seven herkesin hayranlığını kazanırdı. Saçını-bıyığını düzenli boyadığı, “İngiliz kilotu” diye adlandırılan pantolonunu üzerine giydiği körüklü çizmeleri hep cilalandığı, giyimine-kuşamına özen gösterdiği için, hiç yaşlanmamış, torunu yaşındaki çocuklar bile, onu “atçı amca” olarak bilmişlerdi.

unnamed (7)

Çocukluğumdan anımsarım, tek bir gün atsız yaşamamış, atının bacağı bir yarışta kırılınca, o gece uyumamış, şafakla birlikte yola çıkıp, iyi atların varlığına inanılan “Meşe Ardahan”dan doru bir at alıp gelmişti.

Ancak bu kez, atları çok tanıdığını sanan Atlı Amca’nın başına, müthiş bir çorap örülmüştü. Huyunu-suyun beğenmediği atlarından birini, yörenin “mal pazarı” olarak bilinen, Bilbilan Yaylası’na götürüp satmak, onun yerine de, daha “iyi” bir at almak istemişti. Öğleden sonra, atını bir Ardahanlıya satmış, et lokantalarından birinde, arkadaşlarıyla birlikte yemek yiyip, kafa çektikten sonra, akşama doğru, pazar yerine dönmüş, istediği atı bulamasa da, bir gömlek iyisini satın aldığını düşünerek, tan yeri atanda köye dönmüştü.

Sabahla birlikte, hayvanları otlağa salan annem, merakla çayırda otlayan yeni atı görmeye gitmiş, eski atı karşısında bulunca, biraz şaşkın babamın yanına yaklaşmış, atın eski at olduğunu söyleyerek, biraz dalga geçmişti.  Annemin söylediklerine inanmayan  Atçı Amca, yenisini aldığını sandığı atına gündüz gözüyle bakınca, gerçekten yanıldığını anlamıştı…

Atı satın alan adam (mal cambazı),  onu bir yerlerde bir güzel yıkayıp, yelesini ve kuyruğunu bir güzel kırkıp taradıktan, dişlerini zımpara ile bir güzel temizleyip parlattıktan, tüylerini kaşağılayıp bir güzel kabarttıktan, karnını da bir güzel doyurduktan sonra; gemini, eyerini, kolanını, keçesini de değiştirip, bir başka arkadaşı aracılığıyla babamın karşısına sürmüşlerdi aynı atı…

Aynı akşam, köye dönmek zorunda olan babam, istediği at olmasa da, şimdilik bununla da idare ederim düşüncesiyle, biraz da fazla para ödeyerek, yeni bir at aldığını sanmanın sevinciyle, sırtına atlayıp, sabaha doğru köye varmıştı.

unnamed (10)

Sağa sola sapmadan, yolunu şaşırmadan, gecenin zifiri karanlığında, dosdoğru eve ulaştıkları için, bu durumdan biraz kuşkulansa da, ne denli akıllı bir at aldığına da sevinmişti elbet! Nefesi de iyi sayılırdı, onca yolu dur durak bilmeden soluksuz aldıkları için. Anamın ve biz çocukların da beğeneceğimizi düşünüyordu belki de…

Fena halde yanılmıştı Atçı Amca…

Tüm bölümlerdeki fotoğraflar: Rasim Yılmaz, Sami özçelik, Sedat varan, Hatice Nur Ersöz, Derya dede, Yavuz İstanbullu ve Sakip Gündüz…

şaşory: Yaylacı kadın.

SON