Üçüncü Dünya ülkelerinde ne zaman ki muhalefet sokakları işgal eder, emperyalist ülkenin orada ki sömürüsü riske girer, işte o zaman mevcut sosyal demokrat partiyi iktidar yaparak toplumun gazını alır ve kendisi rahat bir nefes alır. Kısa sürede sokakları işgal eden halk katmanlarının aleyhlerine yasalar çıkarttırır, onların tepki göstereceği uygulamalara imza attırır ve kısa sürede onu iktidardan indirir, asıl oğlana geri dönülür.
Zaten ekonomik krizde devreye sokulmuştur ki, onu iktidar yapanlara tekrar iktidardan indirtilir. Çünkü bu gibi ülkelerde devletin ve yerli burjuvazinin halkının emeğini sömürmekten başka sömürecek alanı yoktur.

Gelişmiş ülkelerde ise durum farklıdır. İktidardaki muhafazakar parti misyonu gereği toplumu parasal baskı altına alır ve güçlü görünmek için merkez bankasında bolca para biriktirir. Toplumun gözünde sosyal devlet olgusunu perçinlemek için sosyal demokrat parti veya işçi partisini iktidar yapar o biriken parayı tabana dağıttırır. Böylelikle kimse kapitalist sistemden şikayetçi olmaz. Sistemde kendisini böylelikle  emniyette hisseder. Emperyalist ülkeler daha ziyade üçüncü dünya ülkelerini iliklerine kadar sömürüp kendi halkını nispeten daha insanca yaşatmaya çalışır. Dolayısıyla emperyalist ülkelerdeki demokrasi yalan demokrasidir. Üçüncü dünya ülkelerinde çocukların, kadınların, babaların ağır şartlarda çalıştırılarak kendi vatandaşına demokrasi dedikleri o ucube sistemde tos pembe bir dünya algısı yaratırlar.

ABD’nin arka bahçesi Latin Amerika ülkeleridir. Sömürü yeteneğini burada geliştirir. Avrupa’nın Kara Kıta tecrübesiyle birleştirerek yeni dünya dediği bu günkü berbat dünyanın mimarlığını sürdürmektedir.
Bizim ülkeyle diyaloğu ise İkinci Dünya savaşında İngiltere’nin büyük darbe yemesiyle başlamıştır. Kısacası İngiltere elini ABD’ye vermiştir. Onun geliştirdiği ilişkiye ABD konmuştur.
Bu güne geldiğimizde ABD ülkemizde adeta kök salmıştır. O kadar kök salmıştır ki çürük kökleri kestiğinde bile görüyoruz ki her biri bir devlet…  Ergenekon sürecini ve 15 Temmuz darbesi dedikleri süreci incelediğimizde görüyoruz ki ABD bu kökleri kestikçe güçleniyor.
Şu an ABD ülkemizde bir standart yaratmaya çalışıyor. Ne daha önce ki ordunun göründüğü gibi dini reddeden laiklik, ne de laikliği  tamamen reddeden ama asla laik olmayan, asla dindar olmayan bir yapı oluşturmaya çalışıyor.
Tüm bunları yaparken bu ülkede bir sosyal demokrat partiyi iktidar yapmaz.
Kafasındaki standardı ülkemizde yaşama geçirdiğinde bunu yapabilir.
Tüm bunları anlattım çünkü  Kemal Kılıçdaroğlu gitsin diyen sesler yükselmeye başladı.
Bu ses ilk önce kaçak saraydan yükseldi.
Peşinden kendisini darı ambarında görenlerden.
Kılıçdaroğlu’nun onlarca büyük hatası vardır. Hatta Ekmeleddin için toplumdan özür dilemeli.
Mansur Yavaş için toplumdan özür dilemeli.
Sol yerine sağdan beklenti içine girmesi de hepsinin cabası…
Bu gibi ülkelerde bir kere sosyal demokrat parti olmaz. Üçüncü Dünya ülkesiyiz çünkü.
Burada reformist sol parti olur. CHP kendisini böyle tanımlamalı bence. Sosyalist söylemsiz sol parti olmaz. Emekten sermayeden haberdar etmeli toplumu. Dünyanın gidişatının insanlık için yokoluş olduğunu kabul etmeli ve kapitalizmin bu haydut yanına karşı çıkmalı.
%50’nin üstünde oy almış hayır cephesini sım sıcak tutmak yerine Kaçak Saraydan yükselen sese ses verip CHP içinde kazan kaynatmaya çalışanlar, kökleri Milli Talebe Birliğinde olan Abdullah Gül’ü hayırcılarla yan yana getirmek isteyenlerin artık art niyetli olduklarına bir behis kalmamıştır. İktidarın borazanlığını yapan televizyonlara demeçler verenlerin bu topluma verecekleri zerre kadar bir düş kalmamıştır.
Bunca olumsuzluklarına rağmen iyi bir durum değerlendirmesi ve partisini sola açan bir Kılıçdaroğlu ülke solu adına büyük hizmet etmiş olacaktır.
Denizler, Mahirler, İbrahimlerABD Emperyalizmine başkalıdırıken Milli Talebe Birliği dedikleri emperyalistlerin uşakları bu gün iktidardalar. Bu günün iktidarının o günkü temsilcileri Denizleri ABD’nin talimatıyla idam sehpasına çıkarttılar, Mahirleri Kızıldere’de katlettiler.
O günün ülke sevdalıları idam sehpasını tekmelerken, tek suçları emperyalizme karşı başlattıkları onurlu mücadeleleriydi. 6. Filoyu denize dökmeleriydi. Abdullah Gül ve ekibi ise 6. Filoyu denize dökenlere karşı mukavemette bulunuyorlardı. Hangi akıl şimdi Deniz’in izindeki “hayır”cıların temsilcisi yapmaya kalkar?

Kaçak Sarayın sesine ses verip ayağa kalkanları şiddetle kınıyorum.
Oysa demeliler ki, bizim partimiz ve biz sizin o çapsız, sığ, gerici, yobaz, bağnaz, faşist beyninizle kumanda edilmeyiz…

Kolektif akılla bu süreç yönetilebilirdi, hala yönetilebilir.

Sahi CHP, Kaçak Sarayın aklıyla mı karıştı?
Yarın günlerden üç fidan…
Saygılarımla; DENİZ MAHİR İBO SÜRÜYOR, SÜRECEK MÜCADELEMİZ!