Rasim Yılmaz
rasimyilmaz08@hotmail.com
11 Mayıs 2017

Öteden beri kendileri hiçbir şey yapmazken, sadece laf üretip, iş yapılanları eleştiren, sözde solculardan usandım. Bunlar, küçük burjuva çıkarları neye el verirse o yöne yelken açarlar. Lafa sıra geldi mi mangalda kül bırakmazlar. “Biz geçmişte” sözleriyle lafa başladılar mı biliniz ki geçmişten beri (gerçi geçmişte ne yaptıkları da bilinmemektedir) hiçbir şey üretmedikleri için geçmişe takılı kalarak her şeye bir kulp bulmakta ustalaşmışlardır.  Mücadelenin zor zamanlarında hep uzak durarak kendi korkaklıklarını kamufle edebilmek için yapılanları da eleştirmekten geri durmazlar.

Geçmişte “yetmez ama evet” çiler vardı. Biz onlara da çok söyledik yapmayın, etmeyin diye ama laf anlatamadık. Süreç onları değil bizleri doğruladı. Şimdi ise 16 Nisan referandum sürecini eleştirmek kolay. Daha önce de yazdım; “hayır cephesi” 16 Nisan referandumundan moral depolayarak ve güçlenerek çıkmıştır. Bunu birileri ısrarla görmek istemese de gerçek budur. AKP’yi ve partili Cumhurbaşkanını tedirgin eden de bu durumdur.

Yine son 3 Mayıs tarihli “Hayır” Coşkusu 1 Mayıs’a Yansıdı başlıklı yazımda da belirttiğim üzere; 16 Nisanda moral depolayan milyonlar, o coşkuyu 1Mayıs’ta yurdun dört bir yanında sokağa taşıdı. Ve arkasından bu birlikteliği 6 Mayıs günü Deniz’lerin birleştiriciliğinde yaşadık. Hatta Denizlere hitaben “Bu halk için ölmeye değer mi?” diyecek kadar fütursuzlaşarak verilen mücadeleyi küçümseyen bu avanaklar, güvenmedikleri bu halkın ne kadar uzağında olduklarının farkında bile değiller.  Bu halkın, en ufak bir ışık gördüklerinde işsizliğe, savaşa, yoksulluğa, eşitsizliğe, baskıya, zorbalığa, yolsuzluğa, hırsızlığa ve bu çürümüşlüğün ana kaynağı olan mevcut düzene karşı nasıl bir araya geldiklerini, nasıl ayağa kalktıklarını dün gezi de, bugünse son üç olayda bile göremeyen bu zatlar, artık kendi korkaklıklarını halka mal etmekten vazgeçmeliler.

Aslında bunlar bu ipe sapa gelmez çürümüş düşüncelerini 80 sonrası; “Artık her şey bitti, sol-sağ diye bir şey kalmadı” diyerek umutsuzluk ve teslimiyetçi tutum sergilediklerini de unutmadık. Yaptıkları tek iş, kendi korkaklıklarını ve teslimiyetçi ruh hallerini meşrulaştırmak için durumlarına uygun teori üretmekti.

Ama bunlar şunun farkında değiller ki; bu ülke emekçileri alternatifsizlik yüzünden sağa sola savrulmuş olsa da, Türk’üyle, Kürt’üyle, diğer azınlık milliyetleriyle,  bu kötü gidişata  “hayır” diyerek üstesinden gelecek bilgi, birikim, yetenek ve güce sahiptirler. Yeter ki bunun farkına varıp doğru bir önderliğe sahip olsunlar.   Sadece doğru zaman açısından objektif koşulların uygun olması yetmemektedir. Sübjektif koşulların olgunlaşıp gelişmesi gerekir, bunun için de biraz zamana ihtiyaç vardır. Süreci hızlandırmak için inatla, inançla örgütlenmek ve istikrarlı bir şekilde mücadele etmek gerekir, laf üretmek değil.

Unutmamak gerekir ki; “cesaretin bulaşıcı” olduğu gibi umutsuzluk ve korkaklıkta bulaşıcıdır. İşte gerçekte tükenmiş olan bu avanaklar,  mücadelenin bir yerinden tutmak yerine sadece umutsuzluk aşılıyor, kendi korkaklıklarını karşıkine de bulaştırmaya çalışıyorlar.

CHP’DEN NE İSTENİYOR?
Yukarıda sözünü ettiğim üzere;  başta 16 Nisan referandumu, 1Mayıs kutlaması ve 6 Mayıs Deniz’leri anma etkinliğinde CHP’nin 16 Nisanda belirleyici, diğerlerinde ise etkileyici olduğu gerçeğini kimse yadsıyamaz.  CHP, 16 Nisan sürecinde, uzun süreden beri üzerindeki ölü toprağını atmayı başarmış, ilk defa iktidara talip bir parti görünümüyle bazı eksik ve yanlışlarına rağmen, parti örgütünün yürüttüğü “hayır kampanyası” n da oldukça başarı ve tutarlılık göstermiştir. Bu durum CHP tabanı başta olmak üzere diğer “hayır bileşenleri” üzerinde de olumlu etki yarattığını söyleyebiliriz. Bu durum kendiliğinden bir birlikteliğin önünü açmış, emek ve demokrasi cephesinde tek başına bir şey yapılamadığı ve bir araya gelindiğinde nelerin yapılabileceği gerçeğini bir kez daha gözler önüne sermiş olması bakımından çok anlamlıdır. Ve istendiğinde tüm emek ve demokrasi güçlerinin birlikte yürümesinin önünde hiçbir engel olmadığı gerçeğini de bir kez daha göstermiştir. 16 Nisan sürecinden çıkarılacak en önemli derslerden birisi de budur.

Elbette hatalar yok değildir, ama asıl hataların referandum öncesi değil, sonrası işlenmiş olması garip ve önemlidir.

Sayın Kılıçdaroğlu’ nun referandum sonrası;  “Referandum gecesi itiraz edip sokağa çıksaydık kan dökülecekti. Kavga ile sonuç alamayız” şeklindeki açıklamasının ardından: “Gençlerin enerjisine gem vurduk. Sokak çağrısı yapmadığımız için kitlelerin enerjisini azalttığımın farkındayım.” şeklindeki tutumu tarihi bir hatadır. Belli ki İnönü’nün “Savaş meydanlarında kazandığınız zafer, masa başında da kazanılmazsa, zafer değildir. …” sözü bile CHP’nin önder kadrolarınca yeterince kavranabilmiş değildir.  2 ay gibi bir süre Türkiye rejiminin kaderini belirleyecek olan referandum çalışmaları alanda kazanılmış,  ama oylamanın bittiği saat 17.00 itibarıyla pasifist ve tutarsızlıklar yüzünden seçim kaybedilmiştir.  Yani savaş, masa başında kaybedilmiştir. Sonucun topluma yansıyışı bu şekildedir.

Olmaz! Kılıçdaroğlu olmaz! Böyle tutarsız politika olmaz! Bu teslimiyetin mutlaka bir bedeli olmalıdır. Sayın Kılıçdaroğlu her fırsatta başarıdan söz ederek, hataların üzerini başarı söylemleriyle geçiştirmeye çalışmak yerine ( ki kendileri de kabul ediyorlar, bu başarı sadece CHP’nin başarısı değil, “hayır” cephesinde yer alan tüm kesimlerin ortak ürünüdür) özeleşiri yapmak durumundadır. Kılıçdaroğlu’ndan bunu isterken, parti içi tartışmalarda öyle uluorta herkesin aslan kesildiği koşullarda olmamalı. Örneğin:  Selin Sayek Böke’nin, Kılçdaroğlu’nun bir sabır taşkınlığı sırasında, “…Kapının önüne koyarım…”  (ki Kılıçdaroğlu’nun astığım astık, kestiğim kestik bu tutumu asla onaylanamaz) bu sözüne dayanarak  “…atılması gereken adımlar 16 Nisan gecesinden başlayarak gereken siyasi kararlılık ve netlikle atılmamıştır” diyerek parti görevinden istifa etmiş olması tabanın moralini bozacak türden bir davranıştır. Bu tutum da hoş karşılanır cinsten değildir. Çünkü Zamanlama çok kötü bir döneme denk gelmiştir. Şimdiki zaman,  konunun enine boyuna tartışılması, ama kolun kırılıp yen içinde kalması gereken zamandır.

Yine hizipçilikte sicili bozuk olan Baykal için 11 Ocak 2017 günlü “Tek Partiye, Tek Adamlığa Doğru” başlıklı yazımda; “CHP’nin seçim bildirgesini,  halkın nezdinde inanırlığını ve güvenirliğini yitirmiş olan Baykal’ın yapmış olmasının talihsizlik” olduğunu yazmıştım. Şimdi ise gelecekten hala medet umarak yangına körükle gitmeye çalışmış olmasını doğru bulmuyoruz. Diyoruz ki,  ey Baykal, artık yeter, köşene çekil ve sus! Susman, konuşmandan daha evladır.

Elbette parti içi liderlik yarışı demokrasinin gereğidir ve de olmalıdır. Lider olmayı istemek herkesin en demokratik hakkıdır. Ama öncelikle herkesin  “ben” deme hastalığından kurtulması gerekir. Fikri Sağlar, Muharrem İnce ve diğer parti içi muhaliflerin çıkışı da zamansız ve hizip kokan bir tutum olduğunu düşünüyorum. Ben derim ki, bu şahıslar toplumdaki saygınlıklarını yanlış zamanda ve gereksiz kullanmaya kalkışmışlardır. Bu durumun kendileri başta olmak üzere ne CHP’ye ne de bu mücadeleye bir katkısı olmayacaktır.

Şimdi zaman didişmenin değil, birliğin, mücadelenin yolundan gidilme zamanıdır, tabii iktidar gibi bir hedef ve kaygı varsa! Yok, geçmişteki gibi “az olsun, benim olsun”  anlayışı aşılamayacaksa zaten yapacak bir şey yok demektir. Hâlbuki bu mücadelenin ve mücadele güçlerinin birleştirilmesine, yani bir mücadele platformuna ihtiyaç vardır. Ben lider olacağım demekle lider olunmaz. Kuşkunuz olmasın ki bu mücadele, tıpkı Atatürk’te olduğu, tıpkı Denizler’de olduğu gibi, içinden kendi siyasetçilerini çıkaracak ve önüne geçirecektir.

Evet, CHP’de yeni politika ve alternatifler üretilmeye, CHP’nin kendisini yenilemesine, gençleşmesine ihtiyaç vardır. Ama bunu yapmak için uygun yol ve yöntem takip edilmelidir. Çekişmelerle, birbirine düşülmekle olmaz. Hele hele oldubittiye getirilmeye gelmez. Bu durum sadece bölünmelere ve gücün dağılmasına hizmet eder. Bundan ötürü de parti meclisi ve yetkili organlar bir an önce tartışarak uygun bir tarihte kurultaya gidilerek lider sorunundan çok CHP’nin geleceğe yönelik plan ve politikaları tartışılmalı. Eğer bir parti doğru politikalar üretemiyorsa başında kimin olduğunun fazlaca önemi yoktur. Yapılacak olan, olağan ya da olağanüstü kurultaydan bölünerek değil, yenilenerek ve  güçlenerek çıkılmaktır.

Unutulmamalı ki kişisel hırslar bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da CHP’yi çıkmaza sürükleyecektir. Serinkanlı düşünülmesi, tarihsel hatalardan kaçınılması ve önümüzdeki süreci doğru yöneterek akl-ı selim içerisinde değerlendirilmesi gerekir. Ve unutmayınız ki Cumhuriyeti kuranlar yüzde 49’dan daha fazla değillerdi.

Ülkenin bunca hayati sorunu varken, bu halk CHP’den iç çekişmelerle zaman öldürmesi değil, iktidar istiyor!…