Rasim Yılmaz
rasimyilmaz08@hotmail.com

Değerli okurlar,

“Artvinliler Güzel Çocuklarını Unutmadı” başlıklı yazımın 2. Bölümü geçtiğimiz 2 Haziran 2017 Cuma günü bu sayfada yayınlanmıştı.

Bugün 3. Bölümde ise ilgiyle okuyacağınızı düşündüğüm; anma sırasında ölenlerin yakınları adına konuşanlardan; 15Aralık 1980 tarihinde Ankara’da öldürülen Ercan Koca’nın ablası Rezzan Tik’in konuşması ve süreçle ilgili bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum.

 ZİNCİRLEME CİNAYETLERİN ÜÇÜNCÜ HALKASI
ARTVİNLİ ERCAN KOCA…

1980 yılında birbiriyle bağlantılı olayların sonucunda katledilen Sinan Suner, Erdal Eren ve Ercan Koca… Birini anarken diğerinden söz etmemeniz olanaksızdır.

unnamed (6)

Çünkü Sinan Suner, ODTÜ öğrencisiydi. 30 Ocak 1980 tarihinde bir duvara yazı yazmak isterken polis tarafından vurularak öldürüldü.

2 Şubat 1980’de bu olayı protesto etmek isteyen göstericilere askerler müdahale etti. Bu sırada er Zekeriya Önge yaşamını yitirdi. Erdal Eren’le birlikte 24 kişi gözaltına alındı. Eren, Zekeriya Önge’yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklandı ve tarihin en hızlı yargılamasının ardından 13 Aralık 980’de idam edildi. 17 yaşındaydı ve yaşına bakılmadığı gibi avukatlarının sunduğu delil ve tanıklar da dikkate alınmadı.

unnamed (2)

Erdal’ın idamının ardından aynı gün pankart asarak idama tepkisini dile getirmek isteyen Ercan Koca gözaltına alındı ve iki gün boyunca gördüğü yoğun işkence sonucu 15 Aralık 1980 günü öldürüldü.

Birbiriyle bağlantılı bu üç ölüm olayı yaşandı. Sinan Suner, Erdal Eren ve Ercan Koca devrim ve sosyalizm mücadelesinde halkın yüreğinde ve bilincinde ölümsüzleştiler.”

unnamed (1)

Erdal, Sinan Suner için bayrağı devralmıştı. Ercan, Erdal için gitti, onun bayrağını devraldı.

unnamed

“Bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek, yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

“Karşıyaka Mezarlığı’nda selviler sallanıyor, bulutlara selam gönderircesine.

Üç genç yatıyor birbirine yakın, kardeşçesine.

Erdal, kabrinden çaprazlama bakıyor Ercan’a.”

Ercan, on yedisindeyken Erdal’ın idamını duyar duymaz evinden çıkmış ve Erdal’ın idamını protesto eden pankartı asarken güvenlik kuvvetlerince kıstırılarak yakalanmıştı. Yakalandıktan sonra üzerinde “Erdal Eren’in hesabını Faşist Cuntadan Soralım-YDGF” yazılı pankartı indirmesi için dövülmüş ve bu durum da kendisini yakalayan askeri timin komutanı Üsteğmen Yaşar Kunduh tarafından 13.12.1980 günü yapılan duruşmada şöyle belirtilmişti: “Pankartı bizzat kendisine indirtmek için zor kullandık…” Ercan Koca yakalandıktan sonra vahşice dövülecek, kafasına tabanca kabzası ile vurulacak, daha sonra ise Yenimahalle Polis Karakolu’na, oradan da Etimesgut Zırhlı Birlikler Komutanlığı’na götürülecekti. Bu dönüşü olmayan bir yoldu… Nitekim Ercan, ertesi sabah fenalaşacak ve kaldırıldığı hastanede göstermelik bir ameliyata rağmen hayata gözlerini yumacaktı.

Ercan’ın ölüm nedeni Ankara 4. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi tarafından “…takip edilen Ercan Koca’nın takip sırasında yerlerin de buzlu olması nedeniyle birkaç defa düştüğü ve düşme sonucunda dosyada bulunan bilirkişi raporundan da anlaşılacağı gibi, beyin zarı kanamasına maruz kaldığı ve bunun sonucu olarak rahatsızlanarak..” biçiminde belirtilecekti. Böylece kaçarken kafasını duvara vuranlar, yere düşenler, kendisini pencereden atanlar… Ve bu şekilde “ölenler”e Ercan Koca’ da katılacaktı.

unnamed (3)

“12 EYLÜL ACI GETİRDİ”

Ercan Koca’nın annesi Yaşar ve babası Süleyman Koca anlatıyor:

 Anne Yaşar Koca: 13 Aralık Cumartesi günü Ercan Erdal Eren’le ilgili gazeteyi okudu. Kalktı “abime gideceğim” dedi. Biz de saat 12.00’de Ayrancıya kayınvalidemlere gittik. Akşam saat 17.00’de eve döndüğümüzde kapının kırıldığını ve polislerin eve girdiğini gördük. Ben, “kapımızı neden kırdınız?” diye sorduğumda; “ihbar aldık” dediler. O sırada kızım hapisteydi. Ben onunla ilgili zannettim. Polisler bizi karakola davet ettiler. Karakola giderken polislere “17 yaşında bir oğlum var, onu korkutmayın” dedim. Meğer götürülen 17 yaşındaki oğlummuş. Karakolda önce benim sonra beyimin ifadesini aldılar. Oğlumun saat 17.00’de nerede olduğunu sordular. Sabah saat 10.00′ da abisine gitmek için evden çıktığını söyledim. Beni tekrar tekrar sorguya çektiler. “Oğlunun bir arkadaşı var mı?” diye sordular. Ben “pek yok” dedim. Sonra bizi eve gönderdiler. Arkamızdan bir sivil polis geldi. Oğlumun tutuklanmış olduğunu söyledi. Darp yiyerek hastaneye kaldırılmış, ameliyat edilmiş. O gece bizim çocuğumuzu görmemize engel oldular. Sabah eşim ve oğlum hastaneye gittiler. Ben haber beklemek için evde kaldım. Bana çocuğumun komada olduğunu söylediler. O anda çocuğumun mahvolduğunu anladım. Ertesi günü Gülhane Hastanesi’nden yarım saatte bir aramamızı istediler. Meğer çocuğumun ölüm haberini vermek için öyle demişler. 14 Aralık günü komada kalmış. 15 Aralık günü sabah 9.00’da oğlum öldü. Biz mahkemeye müracaat ettik. Otopsi yapılmasını istedik. “Bize biz otopsi yaptık, yerler kaygan olduğu için beyin kanamasından ölmüş” dediler. O sırada yerler kaygandı ama oğlumu sokaklarda yarım saat dövmüşler. Elbiselerini aldığımızda çamur içinde olduğunu gördüm. Öyle bir kere yere düşmekle o kadar çamurlanması mümkün değildi. Ayrıca çevreden insanlar oğlumun dövüldüğünü görmüşler, “eyvah çocuk gitti” demişler. Ama hiç kimse korkudan bişey söyleyemedi, şahitlik yapamadı. Oğlumu zırhlı birliklere götürüp hücreye atmışlar. Beyin kanaması geçirdiğinden istifra etmeye başlamış. Sonradan göstermelik olarak hastaneye kaldırmışlar. Ameliyatı yapan doktor oğluma “aslında bu durumda olan gözleri iyice büyümüş hastaları ameliyat etmezdik, bana yukardan çok baskı yaptılar onun için ameliyat ettik, çocuğa boşuna ikinci defa eziyet ettik” demiş. Doktor üzüntüsünden günlerce sinir krizleri geçirmiş.

Bugün çok üzgünüm. Bütün anne ve babaların acısı çok büyük. Bu olayları yapanların ortaya çıkmasını istiyorum. Oğlumu öldürenler ellerini kollarını sallayarak geziyorlar. Bunların cezalandırılmasını istiyorum. Bizim acımız çok  büyük. Ama bu caniler ortaya çıkarılırsa hiç değilse ilerde başka annelerin canı yanmaz, cezalandırılmalarını bunun için istiyorum.

ÖZGÜRLÜK:-12 Eylül döneminde “insanlık suçu” sayılan işkence ile bir evlat yitirdiniz. O dönemin sizde bıraktığı izleri kısaca açıklayabilir misiniz?

 YAŞAR KOCA (ANNE): -12Eylül bize çok büyük ızdıraplar getirdi. Bir evladım hapiste iken bir evladım işkencede öldürüldü. Ölüm sebebine “ayağı kayarak düştü, beyin kanamasından öldü” dendi. 8 yıldır (1988) ne büyük acılar içinde olduğunuzu tahmin edersiniz.

SÜLEYMAN KOCA (BABA) ANLATIYOR:

 Ercan işkence ile öldürüldü. Morga giren tüm yakın çevremiz (beni morga sokmadılar) çocuğumun vücudunda, yüzünde darp izleri, morluklar tespit ettiler.

ÖZGÜRLÜK: -Peki, siz bu durumda herhangi bir girişimde bulundunuz mu?

 SÜLEYMAN KOCA: –Tabii bulundum. İlk önce Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Başsavcılığı’na, İçişleri Bakanlığı’na ve Askeri Konsey Başkanlığı’na telgraflar çektim. Askeri Başsavcılığın çağrısı üzerine Başsavcılığa gittim. İfademde, çocuğumun ölüsü üzerinde yakınlarımın morgda gördükleri işkence izlerini anlattım ve kanıtlanması için tekrar otopsi yapılmasını istedim. Reddettiler. Avukatımın tespiti ile işkencecilerin isimleri (Polis memuru Recep Kaynak, Üsteğmen Yaşar Kundur, er Mustafa Akça ve diğerleri) savcılığa bildirildiği halde, olay örtbas edildi ve gerçek suçlular her zaman olduğu gibi korundular. Olayın üstüne gitti diye avukatımız İsmail Hakkı Çakmak birkaç kez tehdit edildi ve tartaklandı.

ÖZGÜRLÜK:  -Sonuçta ne söyleyeceksiniz?

 YAŞAR KOCA –Manevi çöküntümüz sürüyor. Bir yandan diğer evladımızın hapishanede gördüğü işkenceler ve mahkeme kapılarında karşılaştığımız zorluklar, diğer yandan mezarlıkta yatan 17 yaşında soldurulan gülümüz.

Dileğim, analar, babalar, kardeşler yanmasın bundan sonra.

Yaşam sürüyor, sürecek… İşkenceler, idamlar sürmesin… İnsanlık suçları son bulsun…

ARTVİNLİ ERCAN KOCA

.. / ../ 1963 – 15 Aralık 1980

Ercan Koca, Artvin Murgul doğumluydu.

Ercan için ablası Rezzan Tik şunları söyledi:

unnamed (4)

Sabaha varmadan gece dünyaya gözlerini açar Ercan…  Bebek kokusu sarar evi; herkes neşeli… Aile beş kişi olmuştur. Küçük kasaba; bir nüfus daha artmıştır.

Murgul; Artvin’imizin kendine has kasabalarından biridir… Bakır işletmelerinin saldığı duman, kasabayı zehirlemektedir… Buna rağmen insanlar doğayı solumanın bir yolunu bulmaktadır.

İnsanlar burada, kardeşçe yaşamakta, birbirlerine kendine has şakalar yapmakta, şenlikler düzenleyip güzellikleri paylaşmayı ve birçok konuda dayanışmayı becerebilmektedirler.

Dağların büyülü sislerinin ardından gelen çiçek kokuları, armonileri ve nehirlerin unutulmaz çağlayan senfonilerinin tablosu içinde yaşarlar insanlar…

Ercan, henüz yedi – sekiz aylıkken aile İstanbul’a geçtiğinde; oradan kısa bir süre sonra Ankara’ya uzanan bir yolculukla yaşam şekillenir. Murgul, çok gerilerde, anılarda kalmıştır atık…

Ercan’ın çocukluğu çok sakin geçer. Abisi ve ablası yaramazlık yaptıklarında; o sanki evin görmüş geçirmiş birisi gibi onlara hayret etmekte ve oyun oynamak yerine, kitap okumayı tercih etmektedir. Yaşamı sorgulayan, ağır başlı bir çocukluk geçirir kısaca. Böylece evin en çok sevileni olmayı hak eder. Yaşamında bir karıncayı bile incitmez…

Sürekli yaşam hakkında; bilgi sahibi olma peşindedir. Becerileri vardır. Karikatür çizmek, resim yapmak, saz çalmak, şiir okumak hobileri arasındadır. Liseli yaşlarda arkadaşları ona profesör derler…

Çalışkan ve zekidir. Onu tanıyıp ta sevmeyen yoktur. İlkokul öğretmeni Kamile Kılıç; onu sevgiyle anmaya devam eder… Unutulmaz çünkü…

1980’lerin getirdiği siyasal ve sosyal yaşam; insanların içinde bulundukları durumları; bir genç olarak onu da etkiler… DTCF’nin PREHİSTORYA bölümüne girer. Tarihi ve araştırmayı sever çünkü. Şiirler okur o güzelim sesiyle. Sazını iyiden, güzelden yana çalar. Gözlüklerinin ardındaki bakışlarında hep sevgi çağlayanları görülür.

1980’lerin daha önceki zaman dilimlerinde de yaşanılan tüm gerçekler gibi; Türkiye tarihi; onlarca, yüzlerce insanı hapseder, idam eder, işkencede katleder. Tarih ve ona eşlik eden coğrafya bu utancı hazmedemez…

Erdal, 13 Aralık 1980 günü, bir çatışmada bir jandarma erini  öldürdüğü gerekçesiyle ( ki bu durum ispatlanamamıştır) yaşı büyütülerek apar topar idam edilir… İdam, hatası ve geri dönüşü imkânsız bir cezadır. Topluma ve ailelere, tüm canlılara tarifi umarsız acılar bırakan acımasızlıktır. Ve Ercan, 17 yaşındaki Erdal Eren’in idamını hazmedemez. Annesine: “O daha on yedisinde, tıpkı benim gibi, nasıl olur da bir yolu bulunup da idam edilir?” der ve eve sığamaz. Sokağa çıkar. Erdal Eren’in idamını protesto eden bir pankart açılımında, hunharca kafasına vurulan bir kabzayla komaya sokulur; işkence edilir ve bu da yetmezmiş gibi; usulen ameliyata alınır. Daha sonra yerler kaygandı; ayağı kaydı, beyin kanaması geçirdi, denilerek katledilir. Suçlular; her zaman olduğu gibi, faili meçhul kalmaya devam ederler…

unnamed (5)

Çiçekler koparılır dallarından birer birer. Onların onulmaz acıları; tıpkı tüm diğer yok edilenler gibi, ardından kalanları derin üzüntülere boğar…

Analar, babalar ve kardeşler; hâlâ günümüzde süregelmekte olan katliamlar dünyasında; aynı acıları tekrar, tekrar yaşamaktadırlar. “Bir gün gelecek; mutlak gelecek o gün” der şarkının başlangıcı… Ezgiler, insanlık için çalacak…

Ercan’ın mezarı; Erdal Eren ile çok yakın. Aynı bulutlar altındalar. İkisi de on yedisindeler…

Ercan’ın mezarındaki şu dizeler onun, kısacık yaşamının özetidir…

 “Dağ keçileri nasıl yerlerse taptaze sürgünleri
 Seni de, tam sürerlerken alacakaranlıklardan masmavi göklere
 Kopardılar, o koskoca umut ağacının dev gövdesinden”

 Kaynak : Rezzan Tik – Gerçek dergisi.

NOT: Okurlarımdan konu ile ilgili anlatacakları olanların, düşüncelerini yazlı olarak iletmeleri durumunda bu sayfada yayınlanacaktır.

Fotoğraf: Rasim Yılmaz

(Devam edecek)