Barış Arifoğlu

Yıllar önce okuduğum bir kitabı yakın zamanda tekrar okudum: Jerzy Kosinski ‘nin “Boyalı Kuşu”nu.

2. Dünya Savaşı’nda yaşanan vahşetin hiçbir sansür uygulanmaksızın anlatıldığı bu kitapta, Kosinski savaşın ve insan doğasındaki şiddet eğiliminin korkunçluğunun boyutlarını o kadar düz ve yalın anlatmış ki, okurken kitabın beynimde yarattığı imgelerden kaçabilmek için defalarca gözlerimi kapatmak zorunda kaldım. En büyük kâbuslarımın yazıldığı bu kitabın beni dehşete sürüklemesinin sebebinin okuduğum her cümlenin doğruluğundan emin olmam olduğunu biliyorum. İnsanların kendisinden güçsüz herhangi bir canlıya yapabileceklerinin sınırı olmadığının zaten farkındaydım sonuçta.

Kosinski kitabının adını koyarken, Aristophanes’in ünlü taşlaması “kuşlar”dan esinlendiğini söyler ve Aristophanes’in kuş sembolünü kullanma şekliyle çocukluğu boyunca gözlemlediği köylü geleneğini birleştirdiğini açıklayarak ekler: “köylülerden birinin en büyük eğlencesi kurduğu tuzaklara düşen kuşların tüylerini çeşitli renklere boyamak ve sonra da sürünün yanına dönmesi için serbest bırakmaktı. Ama bu parlak renkli güzel hayvanlar kendi sürülerine döndüklerinde, diğer kuşlar bu renkleri yadırgamakta ve tehlikeli addederek boyalı kuşlara saldırıp parçalamaktaydılar.”

Farklılıklara duyulan nefretten doğan şiddetin daha yerinde bir metaforla betimlenmesine denk gelmedim. Mülteci krizi ve islami terörün yükselişinin ön ayak olduğu yeni bir ırkçılık akımı başlamışken, farklılıklara duyulan nefretin de eş zamanlı olarak tırmanışa geçmesi, sürünün dışında kalan her bireyin varlığını ve hayat tarzını tehdit ediyor günümüzde.

Türkiye’de kürt, alevi, ermeni, hristiyan, musevi, trans, gay ya da lezbiyen olmak sürekli güncel bir tehdit altında yaşamak anlamına gelir. Şiddetin bin bir hali hep gölge gibi gezer yanınızda. Bir köşede tecavüze uğrayıp öldürülürsünüz, devlet soruşturmaya bile gerek görmez eğer transsanız mesela. Eğer muhalif bir tipseniz başınıza ne gelirse gelsin resmi kurumların pek umrunda olmaz. Etnik kimliğiniz bir hakaret kelimesine dönüştürülebilir, başına “affedersiniz” eklenerek!

Azınlık olmak sadece doğuştan kazanılan bir özellik olmaktan çıkalı çok uzun bir süre olmadı. İletişim araçlarının artması toplumda kabul görmüş dini ve felsefî dogmaları temelinden sarsıyor. Teknoloji üretiminin dışında kalmış olsak da tüketimde “muassır medeniyet seviyesinden” aşağıda kalmadığımız bir gerçek. Hal böyle olunca bilgiye ulaşmak herkes için çok kolay, cahil kalabilmek ayrıca çaba gerektiren bir eylem !

Son yıllarda bilgi akışının hızlanması özellikle genç nüfusun genel geçer toplum değerlerini sorgulamasına yol açtı. Googla ‘dan baktım . Konda’nın 2015 yılı araştırmasına göre Türkiye’deki ateist sayısı 5, 5 milyonu bulmuş. Bugun daha da fazla oldukları kesin. Ayrıca diyanetin raporlarında bile,  imam hatip liselerinde yoğun dini programla yetişen gençlikte hızla deizmin arttığı yazmakta.  Bu da Türkiye’deki nüfusun yaklaşık olarak %9, 4’ünün ateist olduğu anlamına geliyor. (Kaynak:Google)

Bir yandan bilgi akışının hızlanması bir yandan da  siyasal islamcı bir iktidarla yönetilmenin kazandırdığı ivmeyle toplumun önemli bir kesimi dönüşüyor. Bu esnada eşyanın tabiatı gereği toplumun diğer bir büyük kesimi de muhafazakârlaşıyor, dönüşüme direniyor. Bu durum birkaç yüzyıl önce dünyada bulunmayan yeni bir azınlık sınıfı yaratıyor: ateistler/deistler/agnostikler

Bu yeni tercihlere göre ortaya çıkmış azınlıklara duyulan nefret ve hor görme hali, doğuştan azınlık olanların maruz kaldığından daha az değildir. Bilhassa ramazan ayında iyice ayyuka çıkan bu durum korkutucu boyutlara ulaşmıştır. Türkiye cumhuriyeti devleti ne geçmişte ne de şimdi yani hiçbir zaman bünyesindeki azınlıklara güven veren bir yaklaşım sergilememiştir. Boşuna kendimizi kandırmayalım durum tıpa tıp budur. Bu ülkede yaşayan bir ateist de tıpkı diğer azınlık gruplarında olduğu gibi tehlikededir.

Devlet iktidarından gelen baskılar az miktarda olduğunda toplumsal dönüşümü geciktirmektedir; ancak baskı arttığında ciddi bir geri tepmeyle dönüşümü hızlandırmaktadır. Türkiye’deki ateist sayısında yaşanan patlamanın, bilgiye erişimin kolaylaşmasından daha fazla toplum üstündeki din baskısının devlet eliyle artırılmasının payı vardır. Bir anlamda devlet kendi baskısıyla toplumda yeni bir azınlık grubunun ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Azınlıkların en iyi bildiği şeylerden biri dayanışmadır. İletişim araçlarının yaygınlığı da bunu kolaylaştırmaktadır. Herkesin birbirine hoşgörü ile yaklaştığı, herkesin -doğuştan ya da tercihsel- farklılıklarının olağan kabul edildiği bir toplum hayal midir?

Her şeyin, hayvanların, bitkilerin, gezegenin insanlar için yaratıldığı ideali çökeli bir müddet oldu. Mevcut dönüşümü, doğanın ve hayvanların insan tahakkümünden kurtarılması, insanın bu doğanın bir parçası olmaktan öte bir işlevinin olmadığı gerçeğiyle geliştirebilirsek hem insan türü hem de gezegen için bir umut söz konusu olabilir. Doğuştan boyalı kuşlara sonradan boyanmış kuşlar eklenirken katı olan her şey buharlaşabilir yani hayat bayram olabilir. Yeterki istemesini bilelim..

Sonuna kadar okuma zahmetine katlananlara teşekkürler, unutmayın sizde azınlıksınız :))