Özer Topçu

Dünya nezdinde ele alırsak küçücük, Avrupa nezdinde alırsak koca bir ülke Türkiye. Nüfusu bakımından da fena değil, coğrafi konumu zaten muhteşem yere konumlamış kendini. Tabi bu ülkenin var olması da öyle kolay olmadı.
Sarayda hüdayda-i sefa sürmenin sonucu olan yıkılışın küllerinden var olan bir Türkiye.
Kuruluş aşaması da öyle kolay olmadı tabi. Bir taraftan bu günkü iktidarın sıkça dış mihraklar dedikleri var, bir de iç mihraklar…
İki mihrakın arasında kalan Kuva-i milliye var. Mihrakların birisi o dedikleriniz, ikincisi de onlara teslim olan Osmanlı.
İtiraz eden Kuva-i Milliye.
Hepsine rağmen Kuva-i Milliye kazanıyor.
Hangi cemiyet ile örgütledi tüm bu büyük zaferi?
Tabi ki Cumhuriyet Halk Fırkası ile.
Cumhuriyet Halk Fırkasının bu günkü karşılığı kimdir?
Cumhuriyet Halk Partisi.
Peki iç mihraklara ne oldu, cumhuriyetten sonra?
Ben söyleyeyim.
Kimisi, Kuva-i Milliye’nin kazandığını anlayınca yurt dışına kaçtı, kimisi yer altına kaydı, kimisi de donkişotluk yapmaya kalktı, canıyla bedelini ödedi.
Cumhuriyet kuruldu, dünyadaki saygın yerini aldı. Yaptığı devrimlerle yıldız gibi parladı.

Eğitim ve ekonomik kalkınma seferberliğiyle zirve yapmak üzere, dış mihraklar ile iç mihrakların kumpasıyla, demokrasi getiriyoruz numarasıyla, İsmet İnönü’nün de basiretsizliğiyle yönetimi ele geçirdiler.
Kimdi bunlar? Adnan Menderes ve Cemal Gürsel.
Arkalarında İngiltere’nin vasisi ABD.
Demokrat Parti dış mihrakların, karşı devrim hareketidir.
AKP Başkanı her ağzını açtığında ne diyor?
Biiiz, Demokrat Partinin devamıyız diyor. Zaten ömründe tek söylediği iki doğru şey vardır, onun. Birisi bu, diğeri de ”din ile demokrasi yan yana olmaz, ikisi bir arada olmaz” sözüdür.
AKP Başkanının, koronavirüs salgını ülkeyi kırarken bile Cumhuriyet Halk Partisi düşmanlığının nereden geldiğini anlayabiliyor muyuz?
Cumhuriyet’ten geliyor.
Külleri taaa oralarda.

Küllerinden bir Osmanlı yaratma derdi esas dert. Saraylar şatafatlar özentisi oralardan miras… Cumhuriyetin kurduğu ne varsa satması bir intikamın sonucudur. Mustafa Kemal’in bu ülkeden izlerini silmektir, esas dert.
Hakkını yemişim yukarıda doğru söylediği iki şey var demiştim. Oysa bir tane daha var. O da ”demokrasi bizim için amaç değildir, araçtır” demişti. Evet demokrasiyi araç olarak kullandı. İlk iktidar olduğunda öyle gösterdi. Yerleştikçe adım adım gerçek yüzünü göstermeye başladı. Bunu böyle yazıyorum, bir tespit yapıyorum ama ben bu tespiti AKP iktidar olduğu günden beri yapıyorum. Gezi’ye Giden Yol kitabımda bu tespitler fazlasıyla vardır.
Evet demokrasiyi kullanarak epey yol aldı. FETÖ ile bu konuda ideolojik birlikteliği de vardı. FETÖ, saraydan kaçan Osmanlı karargahını temsilen vardı, bunlar da, ülkede kalan ve idam edilen, yer altına inen daha çok Osmanlı’nın maraba kesimini temsilen ittifaktılar. 2023’de halife kim olacak sorunuyla bu ortaklık fena halde bozuldu. Fethullah’ın yolunu gözleyenlere AKP Başkanı darbe yaptı. 15 Temmuz sürecinde FETÖ kalkışması değil, büyük bir kurguyla bu operasyonu AKP Başkanı yaptı. Bu bir kahraman yaratma kurgusuydu ama maalesef çok amatörceydi. Kimse yemedi. Çünkü terör örgütünün üyesi  yavere öldürtmek varken, Ankara’dan manga gönderip, adres sora sora otel aratmaları cidden çok komikti.

Koronavirüsün ülkemizde etkili olmasında gördük ki, AKP’nin uyguladığı ne kadar politika varsa hepsi yanlış çıktı.
ABD’nin ekonomik yapılanmasına uyacağız diye ülkede üretim kalmamış. Cumhuriyetin ilk yıllarında kurumsallaşmış sağlık teşkilatımızda olmasa, itler bile acıyacaktı halimize.
Tek sığındığımız, güvencemiz sağlık emekçileri var.

İktidarın Belediyelerin hesaplarına bloke koymaları öyle sıradan iş değil. Kuyruk acısıdır. Taaa 1920’lerdedir bu acının kökeni.
Bir ülkenin cumhurbaşkanı, yurt içine ve yurt dışına yardım gönderebilir. Ancak kolilere Türkiye Cumhuriyeti Devleti yazar. Bir de bayrak koyar. Başka hiç bir şey koyamaz. Ey ben fors koyacağım diyemez de, koyamaz da. Ben, ben, ben bu ülkeye kötülükten başka bir şey getirmez. T.C Devleti yazınca kimin neresi eksiliyor?
Bunu halka anlatmalılar.
Bir kere cumhurbaşkanı maske dağıtmaz.
Kızılay diye devleti temsilen bir yardım kurumu var, Afet İşleri var. Bunlar devletin kurumları, bırakın onlar dağıtsın.
Olmadı ikametgah almak için de saraya gelelim.
Ne tür devlet yönetme şeklidir bu yönetim şekli anlatın da bilelim.
Fırıncılar Odasına maske dağıtma yetkisi verip, küçük bir lojistik destekle, hiç bir sorun çıkmadan bu maske dağıtma işi gerçekleşebilirdi. Her gün kişiler ekmeğini alırken ekmek sayısı kadar maske alabilirdi, ya da ihtiyacı kadar.
Devlet sorunu yapıldı bir maske dağıtmak.
PTT ile maske dağıtmak, tam bir iş bilmemek, ülkeyi tanımamaktır.
Belediyelere bırakılsaydı da yine hiç bir sorun çıkmadan maske dağıtılırdı.
Ama belediyeler CEHAPE’li…
Bunca düşmanca bakan iktidarın her ferdi ”böylesi günlerde siyaset yapmayalım” laflarını da sıkça kullanmaktan durmuyorlar. Oysa koronavirüsün bizi çok hırpalayacağını düşünüyorum. Hatta İtalya’yı geride bırakacağız gibi görüyorum. Böylesi günlerin siyaseti bence de olmaz. Belediyelerin çalışmasını engellemenin bedeli ağır olabilir.

Bu ülkede koronairüse rağmen siyaset yapanları açıklıyorum;
1- AKP Başkanı
2- İçişleri Bakanı
3- Hazine ve Maliye Bakanı
Bu üçü de kendinden olmayanları düşman ilan edip, o kurgu üzerinden taraftar ediniyorlar. O taraftarlar da bunların gözüne girmek için Kemal Kılıçdaroğlu’nu linç etmeye bile kalkışabiliyorlar. Yalandan gözaltı falan yapıp, sahne arkasında sırtlarını sıvazlıyorlar. Benim inancım şudur ki, bu tarz kimseler örtülü ödenekten destekleniyor bile.
Halk olarak ne mi yapmalıyız?
AKP’nin ABD projeli yönetim şeklinin iflas ettiğini gördük. Kamucu bir yönetimi işbaşına getirmek için öncelikle AKP’yi tarihin dönülmez dehlizlerine göndermeliyiz. Birinci işimiz bu olmalı. Bir taraftan da bunların bozduğu, tahrip ettiği ekonomiyi rayına sokacak halkın iktidarının çalışmasına başlamalıyız. Bu iş parti işini geçip, Türkiye meselesi olmuştur.
Sağlıklı günler, aydınlık yarınlar dileğimle…