Özer Topçu

Ankara’dan Eskişehir istikametine çıkınca yer yer tarlalar, genel anlamda çölleşmeye yüz tutmuş bir bozkır da ilerliyorsunuz. Yer yer küçük derelerin can verdiği yine küçük vadileri görünce nefes aldığınızı ancak o zaman hissediyor sunuz. Tekin Ağabi ile yol boyu bu acı tabloyu gözlemledikçe, İç Anadoluluların epeyce dedikodularını yaptık. Sonuç malum siyasete dayanıverdi.

Bu gördüğümüz topraklar üzerinde muazzam kiraz oluyor. Dut, vişne, ceviz, armut,kayısı yine muhteşem olan meyvelerdir. Benim gözlemediklerimde vardır mutlaka.O uçsuz bucaksız araziye bu meyveler dikilse, sadece dünyayı besleyecek kadar meyve olur. Aynı durum Ankara’dan Çorum, Kayseri, Konya, Çankırı istikametine giderken de mevcut. Takriben 500 kilometre çaplı bir alandan bahsediyorum. Devleti gerçek insanlar yönetiyor olsa, bu dediğim alanı ağzına kadar meyve ağacı ile çaksa, birincisi ülke çöl olmaktan kurtulacak, ikincisi dünyayı meyveye doyuracağız. Böyle şeyler konuşarak yolculuğumuzu Sivrihisar’a kadar sürdürdük sevgili üstat Tekin Üstündağ ile. Devletin acz içinde, Avrupalı tefecilerden para dilenirken, böylesi imkanları görmemeleri mi milliliktir demeden kendimi men edemiyorum.

İç Anadolululara niye kızdınız derseniz, birincisi, bizim gördüklerimizi görememelerine, ikincisi de, en az 800 yıldır buraları ekiyor biçiyorlar da, tarlalarının bir köşesine bir tek ağaç dikmemişler. Hiç olmasa insan kendisine saygısı gereği o bedeni serinletmek için bir ağaç diker. Dağ başlarına gösteriş için betondan villalar yapıyorlar ama terini soğutacak bir ağaç dikmiyorlar. Nasıl lanetliliktir bu böyle.
Hatta şurası bir süreliğine Artvinlilerin eline geçse, doğa bile bana ne oluyor böyle der diyerek gülüştük.
Önceki yazımda Heykel Sanatçısı Metin Yurdanur’un Açık Hava Heykel Müzesini gezdiğimizi yazmıştım. Oradan dönerken, programda olmayan Nasrettin Hoca’nın köyünü ziyaret etme fikri gelişti. Zaten yolumuzun üstündeydi. Oğlakçı Köyü’nden içeri girip 4 kilometre giderseniz Nasrettin Hoca’nın köyüne varıyorsunuz. Tarlaların içinden geçip, bir vadinin yamacına çıktık, köy önümüze geldi. Köy diyorum ama şimdi ki idari yapıda mahalle olarak geçiyor. Daha önce belde olmuş, son beldeleri kaldırma uygulamasıyla yeniden köye, köyden de mahalleye dönüşmüş.

Yerleşkeye giren her yabancı aracın Nasrettin Hoca’nın evine geldiğini anlıyorlar. Dedim ya bu ülkeyi gerçek insanlar yönetseydi, ben de hayal kırıklığı yaşamayacaktım.
İlk sorum ”bu ülkede kültür bakanı yok mu, bu ilde vali yok mu, peki onlar yok da bu Eskişehir’de Yılmaz Büyükerşen’de mi yok” demek oldu.

Boşuna fakirlikten gebermiyoruz velhasıl…
Dünyaca ünlü Nasrettin Hoca’nın köyü dökülüyor. Köyün girişine Türk Büyükleri dedikleri heykelleri akıl eden akıl, nasrettin Hoca’nın büyüklüğüne bir gram saygı göstermemiş. Bu milli akıl yaşamın her alanında böyle. Ezan sesi kulakları patlatırcasına yüksek, ama köy yerlerde sürünüyor.
Nasrettin Hoca’nın evini birileri restore etmiş ama kabaca etmiş. iİç donatıları berbat. Birkaç eşek alıp, Nasrettin Hoca kıyafetleri yaptırıp, gelenlere o kıyafetler giydirilip, eşek ile köyde tur attırsalar,onun geliriyle öyle 10 tane köy beslerler. Hocanın evinde bir kalpak var, kirden çürümüş. Hocanın fıkralarını derleyip, kitap yapsalar, gelenler fiyatına bakmaksızın alır ve o gelir ile birkaç öyle köy ayakta kalır. Yöresel ürünlerin satıldığı bir çarşı kursalar köylü gelenlere o ürünleri satar. Birkaç kadın yöresel ürün satıyor ancak, kullanılmış poşetlere konulduğu için insanın alası gelmiyor. Hortu Köyü şimdilik gözümden düştü.

Evin girişinde eşeğine ters binmiş Nasrettin Hoca heykeli karşılıyor sizi. Ev iki katlı ve L şeklinde. Avlusu sokağa çıkıyor.Odalar yan yana yerleştirilmiş. Hatta ikinci kattaki iki odaya açılan kapı oldukça alçak, bir kaç büklümle girebildik. Bu da hocanın boyunun kısa olduğunun kanıtı gibi. Odaların bazılarında gömme dolap var. Bir iki de yüklük vardı.Üst kata çıkmak için avludan çıkan merdivenleri beğendim. Trabzanda kırık olan yerler gördüm. Evi genel anlamda ölü buldum. O evi yaşayan ev haline getirildiğinde ülkemizin önemli filozofu hak ettiği kıymeti bulacak ve köy halkına da can gelecektir.

Nasrettin Hoca; 1208-1284 Yıllarında, Selçuklu döneminde yaşamıştır. Babası bu köyün imamıymış. İlk eğitimini babasından almış, peşinden Sivrihisar Medresesinde ileri derecede İslam Hukuku ve Farsça öğrenmiştir. Konya Medresesini de bitirdikten sonra Akşehir’e yerleşmiş ve orada vefat etmiştir.

Fotoğraflar: Özer Topçu