Demir Akın

Duyularımızdan aldığımız bilgiyi işleyen  ve düzenleyerek bizim için anlamlı bir hale getiren işlemdir algı. Özellikle günlük yaşamımızda çok önemlidir (B.Albayrak’la ilgisi yok) çünkü, çevremizde ne  olup bittiğini onun yardımıyla anlamlandırabiliyruz. Beş duyumuzun beşi de bu işleve hizmet eder ama bana göre en önemlisi görsel ve işitsel duyu organlarımızdan gelenlerdir.

İşte bu beş duyuya hitap edebilme pozisyonu özellikle siyasetçilerin, halkla ilişkiler düzleminde bu olguyu neredeyse hayatın her alanında kullanabilmesini doğurdu. Bu kapsamda kişiler veya kuruluşlar, hedef kitleleriyle olumlu ilişkiler kurmak veya geliştirmek istediklerinde onların algısal süreçlerine etkili bir biçimde hitap etmeyi yaşamsal bir sorun olarak değerlendirmişlerdir. Hergün bu anlamda binlerce uyarıcı mesajla karşılaşırız ve doğal olarak onları bilişsel süreçlerde işleyerek algılama sürecini tamamlamaya çalışırız. Bu süreci başarılı bir biçimde tamamlayabilmemiz, bizim geçmiş deneyimlerimiz, bilgi birikimimiz ve bu yeni olguyu dikkatli bir biçimde analiz edebilmemize bağlıdır.

Çok ayrıntıya girmemek, ve bu yazının dar kapsamında kalmakla birlikte güncel bir örnekle bu konunun daha iyi kavranılabileceğini düşündüm. Son bir ay içinde en önemli tartışma konularından biri Ayasofya konusuydu. Yanlı, yansız onlarca araştırmacı şirketi görevlendirip, ülkemizdeki en önemli elli konunun ne olduğunu vatandaşa sorsanız bunların hiçbirinde Ayasofya konusu işaretlenmezken (belki ilk beşyüzüncü konu olabilir) bir anda konu gündeme geldi ve iktidar yanlısı medya organları ve AKP politikacıları tarafından gündemin en üst tarafına kondu, herkes tarafından tartışılmaya (!) başlandı. Üstelik ‘’Ayasofya ibadete açıldı’’ başlığıyla. Şimdi de görsel ve işitsel duyularımza hitap edilerek 24 Temmuz odaklanmamız isteniyor. İşte algı yönetimin en kötü örneği: Bilenler bilir ki, Ayasofya zaten ibadete açıktır ve 1991’den beri orada ezan okunur namaz kılınır ‘’hünkar mahfeli’’ bölümünde. Hocası, imamı, müezzini zaten vardır. Ama AKP son zamanlarda sıkıştığı ekonomik ve siyasal başarısızlarını örtmek veya en azından geciktirebilmek için gericilerin her zaman öne çıkardığı inanç dünyasına hitap etme silahını kullanıyor. Hukuk, Diyanet, yandaş medya, kemik yalayıcı bazı gerici örgütler hep bu hedefe kitlenmiş. 24 temmuzda bu alandaki son salvosonu attıktan sonra iktidarın, 25 Temmuzun halk kitleleri açısında nasıl baskılanacağını yine birlikte göreceğiz.

Şimdi belki de toplumun çoğunluğunu ilgilendirmemekle birlikte Artvin için önemli bulduğum bir algı yönetimi kötü örneğinden bahsetmek istiyorum. Rize’de Pazar ilçesinde yapılmakta olan havaalanının ‘’Rize-Artvin Havalanı’’ diye yutturulmasına. Son beş yıl içinde çokça adından bahsedilen bu havaalanı Rize Havaalanı olmasına rağmen AKP ve yandaşları bizim görsel ve işitsel duyularımıza bu yalan, yanlış isimlendirmeyi, mesajları ileterek bizim bu havaalanını Artvin’e de havaalanı yapılmış gibi algılamamızı istiyorlar. Trabzon havalanı yapılırken, bu havalanından Rizeliler de yararlanıyor (80 km) diye, Trabzon-Rize Havaalanı dendi mi? Veya Trabzon Giresun Havaalanı dendi mi? Ordu-Giresun havaalanı bir örnek olamaz çünkü havalanı nerdeyse iki ilin sınırında, bir tarafında Ordu’nun Gülyalı ilçesi diğer tarafında eşit uzaklıkta Giresun’un Piraziz ilçesi. O bile aslında Ordu havaalanı adını hakediyor çünkü idari ve hukuki yönden tamamıyla Ordu iline bağlı.

Bu alanda en güzel örneklerden birsisi de yurtdışından: Cenevre havalanının ön kapısından çıkarsanız İsviçre’ye, arka kapısından çıkarsanız Fransa’ya girersiniz. Buna rağmen havalanının adı Cenevre Havalanıdır ve kimsenin aklına gelmemiştir bu havaalanın  adınız Cenevre-Ferney Voltaire Havaalanı demek.

Rize- Pazar, Yeşilköy mevkisinde yapılan havaalanı Rize Havaalanıdır. Bu havaalanın Artvin merkeze uzaklığı 120 km.dir. Hopa ve Arhavi ilçelerimizin yararlanabileceği Batum Havaalanı ise 30 km uzaklıktadır.  Havalanı idari yönden Rize Valiliğine bağlıdır ve Rize vali yardımcılarından birisi havalanaı mülki idare amiri olarak görevlendirilecektir. Havaalanı ile ilgili tüm idari işlemler, Ankara’da kamu kuruluşlarıyla ilgili yazışmalar, projelendirmeler, bütçe ödenekleri velhasıl bürokrasiyle ilgili tüm işlemler Rize üzerinden yapılmaktadır ve yapılacaktır.Yapımcının tüm ödemeleri Rize üzerinden ödenmektedir. Maliyetinin tamamı Rize’ye gelir olmaktadır. Havalanaı personelinin seçimi, görevlendirilmeleri, ikametleri, güvenliği yani aklınıza gelen tüm idari-bürokratik hizmetler Rize iline aittir. Çalışanların neredeyse tamamına yakını Rize ve ilçelerinden olacak veya görevliler Rize’de ikamet edecektir, taşaron çalışanları dahil. Bu havalalanı ile ilgili tüm hukuksal konularda yetkili mahkemeler veya davaların görülme yeri Rize veya Pazar’dır. Havalanında çalışan işletmeler Rize Vergi Dairesine vergilerini ödeyecekler bu havalanının tüm geliri Rize kaynaklarına akacaktır, otopark geliri dahil. Havaalanının tüm lojistik hizmetleri Rize üzerinden sağlanacaktır.

Ayrıntıya girmek zaman kaybı olacak ama kesin olan şey bu havalanının adındaki Artvin adı göstermeliktir ve ilimize yatırım yapıldığı algısına yönelik bir algı yönetimidir. Artvin insanın bir kısmının bu havaalanından yararlanabilecek olması ismine Artvin ilave edilmesini gerektirmez çünkü ilimizde yaşayanlar bu anlamda zaten Erzurum, Batum ve Kars havaalanından yararlanmaktadırlar. 1990’lı yılların sonlarında gündeme gelen ve bütçeye ödeneği dahi konan Şavşat (stohl tipi) Havalanı  unutulmuş ve yirmi yıl sonra şimdi Artvin halkını kandırmak için ismimiz, Rize (Pazar) havalanına ilave edilmektedir. Bazı gazeteci arkadaşlarımızın bu yanılsamalara kapılmamaları dileğimizdir.  Görevimiz son yıllarda yapılan barajlarla, HES’lerle, maden işletmeleriyle tarumar edilen güzel ilimizin şimdi de, AKP iktidarınca bu havaalanı yoluyla zihnimize kazıdığı ‘’Artvin’e havalanı yapıyoruz, Artvin bu havalanı yoluyla yatırım alıyor, gelecekte gelir edecek, istihdam sağlanacak’’ gibi safsataları yıkmak, gerçekleri yaymaktır.