Bilal Kayabay
Ekonomik nedenlerin üstüne bir de pandemi tüy dikince, kırk yılda bir, bir bahane ‎olursa gidebildiği meyhanede, kulağı delik tiplerden biri:‎
‎— Şair,sıkı dur sana bomba gibi bir haber.‎
Şöyle bibaktı yüzüne:‎
‎— Ulan, bu memlekette patlamadık lağım mı kaldı. Ortalığı bok götürüyor.‎
‎— Hocam, bu hepsinin üstüne, mum dikti bir de kelebek kondurdu.‎
Bu tiplere, bizim oralarda, “Bir okka biber var; her şeyde haberi var” derler.‎
‎— Anlaşıldı. Yumurtla neyse de muhabbete limon sıkma.‎
‎— Bak şimdi, hani, arada bir oturup muhabbete katık yaptığımız mübarek rakıya, ‎ikide bir zam, bize de kol gibi niye koyuyorlar biliyor musun ‎
‎— Git lan başımdan. Onu bilmeyen keriz mi kaldı. Hakka yarar işi, okkaya yarar taşı ‎olmayan, günde iki saat bile çalışmadan, hakka, halka yarar zırnık bir şey üretmeden, ‎kucak dolusu para alan, sözüm ona din görevlisi asalak taifesinin maaşlarını nasıl ‎öderler, başka türlü.‎
‎— O konuda haklısın da bu hesap bambaşka.‎
‎— Bana bak. Elimin tersindesin. Kus kursağında ne varsa. Beni dellendirmeden.‎
‎— Dur be hocam. Azıcık ballandırmadan tadı olmaz. Sen şair adamsın. Benden iyi ‎bilirsin.‎
‎— Ulan alçak, muhabbeti tellalı gibi adamsın. Nasıl tava getireceğini öyle biliyorsun ‎ki.‎
Masadakiler, kahkahayı patlatıp hep bir ağızdan buna içilir diye kadehleri kaldırdı.‎
‎— Dinleyin. Herifler, tezgâhları kurmuş; cayır cayır kaçak içki üretiyor. İçkiye zammı ‎bize kazığı geçirdikçe, yandaş yalakaların rakısı daha çok satılıyor. Daha çok ‎satmak, daha çok para, demek. Nasıl tezgâh ama.‎
Herkesin ağzı açık, soluğu kesik, öyle kalakaldı. Sonra, otomata basılmış gibi aynı ‎anda kadehleri fondip yapıldı..‎
Bir süre sustu. Herkesin gözü onda. Ne tepki verecek merakındalar.‎
‎— Ulan münkir münafıklar. Sizden korkulur. Şu dini bütün, masum müminlere ‎etmedik laf, atmadık iftira bırakmadınız. Şimdi de bu kulpu mu buldunuz. Vatandaş, ‎meğer şerrinizden, Allah’a sığmak için gece gündüz höykürürmüş. Katillerini bile ‎karakollardan salarken, kaçak rakıcıları niye enseliyorlar, o zaman?‎
Bu kez bütün mekânı çınlattı, masanın kahkahası. Yan masalardan kulak misafiri olanlar da katıldı, onlarca kadeh, aynı anda çınlarken, malumatfuruştan itiraz geldi:‎
‎— Yapmayın beyler, o kadar saf olmayın. Onlar, fırsattan istifade, yandaşların kârına ‎ortak olmaya kalkışan uyanıklar. Yedirirler mi.‎
‎– Yani, diyorsun ki sırtlanlar, aslanların rızkına konuyor; tilkiler de sırtlan ‎sürüsünden ‎aşırmaya çalışıyor.‎
‎– Hah, işte bu. Şair olmak böyle bir şey. Hart diye koydu yerli yerine. Hay ‎ağzına ‎sağlık.‎
Bu kez, kulağı deliğin haklılığına kadeh kaldırmak farz oldu. Sütunun ardındaki ‎masalardan biri, elinde kadeh, kendini gösterdi.‎
‎— Gene salladın ortalığı, allahsız. Zaten görüşemez olduk. Bugün de mahrum kalmayalım. İlerleyen saatlerde masaları birleştirelim.‎
Mekân sahibi:‎
‎— Anlaşıldı, bunlar gene sabahçı. Hocam, bana bir merhaba dersen, ben de kalırım. ‎Köroğlundan fırça yeme pahasına.‎
‎— Yolluklar duble olursa, tamam.
Bu son sözle, mekân, eski zamanlarına, meyhane havasına büründü.‎