Bir zamanlar herkes onu dinliyordu. Çünkü o, bir şeyler vaadediyor, bir hikâye anlatıyordu.

Şimdi ise, ne bir şey vaadediyor, ne de anlatacak bir hikâyesi var. Hikâye ve ömür: birbirinin olmazsa olmazı iki kavram. Ömür bitmeden hikâye bitmezmiş.

Onun artık hikâyesi yok. Hikâye de anlatmıyor. Yaşadığını kanıtlamak için, tehdit ediyor, korkutuyor!

Halkını terörle terbiye ediyor, kendine rıza üretiyor….

7 Haziran 2015 den bu yana böyle bu!

7 Haziran da ortaya çıkan iradeyi hiçleştirip, 1 Kasım erken seçim kararını aldırdı. Seçim sürecinde, bir yandan IŞİD bombaları ile muhalifleri korkutup sindirdi. Bir yandan da; daha önce kazılmasına, kurulmasına, örülmesine seyirci kaldığı hendek ve barikatları bahane edip memleketin bir bölgesinin büyük bir bölümünü taş üstünde taş bırakmamacasına yerle bir etti. Kendi partisine oy verilmediği takdirde daha kötü şeyler yaşatacağı tehdidi ile ‘rıza’ üreterek tek başına iktidar oldu.

O kadar çok suç, o kadar çok günah işledi ki, tek başına iktidar bir anlam ifade etmiyor. Kendisini koruyacak çelik bir zırha ihtiyacı var. O zırh, kerameti kendinden menkul ‘Başcumhurbaşkanlığı’ sistemidir.

Bu sistemi meşru gösterecek bir hikâye yoktur. Bir hikâye anlatılmıyor. Anlatılsa da dinleyen yoktur. Ne dediğini dinlemeden kendisine bir şey sorulduğunda “eveet” demeğe koşullandırılmış  hazır  kıtalar ve kalabalıklar var! Böyle olmasaydı şayet; Mersin’de Kamu Hastanesi açılışında  “eski sağlık sistemine  evet mi diyorsunuz?” sorusuna. çalıştırılmış koro gibi aynı aynı anda ve bir ağızdan “eveeet” diye karşılık verilmesi nasıl izah edilir? Hikâyesi olmayan bir olguya kim inanır, kim razıyım der.

Buna rıza üretmek için tek yol var: baskı ve zülum….

Zülmun sonu malum….

“Zülmun artsın ki zeval bulasın”

“Zülum ile abad olanın sonu berbad olur”

Zeval yaklaşıyor…

Berbatlık kaçınılmaz…

İlk adım hayırlı olacak!

Hayırla olacak…

Bu bahar hayıra gebe…

Çünkü, bu yıl hayır düştü toprağa cemreden önce!!!