Rasim Yılmaz

“Halkın seçtiği diktatör olur mu?”

16 Nisanda yapılacak olan Başkanlık referandumu çalışmaları çerçevesinde son Başbakan Binali Yıldırım, miting meydanlarında sıkça “halkın seçtiği diktatör olur mu?”sorusunu sorarak seçmende bilinç bulanıklığı yaratmaya çalışıyor. Başkanlık referandumu sonucu iddia olunan diktatörlüğün ol(a)mayacağı algısı oluşturmaya çabalıyor. Hal bu ki O, bu sorunun yanıtını herkesten daha iyi bilir. Ama O, hak etmediği halde Cumhurbaşkanı tarafından kendisinin Başbakanlık makamına getirilmiş olmasının diyetini, ne söylenirse onu yaparak ödemeye çalışıyor. Ama biz yinede  “Olur” diyerek kestirip atmak yerine, tarihten örnekleriyle anlatırsak sanırım daha inandırıcı olacaktır. Çünkü tarihte bunun onlarca örneği vardır.

Şunu son Başbakanın ve herkesin iyi bilmesi gerekir ki; yeryüzünde hiçbir diktatör;  “ben diktatör olacağım” diyerek başa gelmemiştir. Bırakınız diktatör olma söylemini, birçoğu emek ve halkın dostu kisvesiyle ortaya çıkmıştır.

Hatta şöyle de söyleyebiliriz ki; tarihte eli kanlı diktatörlüklerin birçoğu; ya referandumla, ya da seçimle başa gelmişlerdir. Son Başbakan Yıldırım’ın tarihi bilgisi zayıf olabilir, o halde anlatmak, hatırlatmak bize düşer. Örnek olması açısından yakın tarihe göz attığımızda tarihin en büyük eli kanlı diktatörü Adolf Hitler’in seçimle iktidara geldiğini hatırlatmak bile yeterli olacaktır.

Şimdi ola ki okurlarım bu “son Başbakan” söylemi de nerden çıktı diye sorabilirler. İsterse önce bu durumu açıklığa kavuşturalım.

Maalesef Başbakanımız son günlerini yaşıyor. Çünkü “evet” çıkarsa zaten meydan meydan gezip kendisinin ne kadar gereksiz bir Başbakan olduğunu anlatmasından ötürü hükmü son bulmuş olacak. Yok, “HAYIR” çıkarsa ki; öyle olacak gibi gözüküyor, bu kez de “evet” i çıkaramama ve beceriksizliği yüzünden tekmeyi yemiş olacak! Cumhur onu da en kısa sürede önceki seçim kahramanı eski Başbakan selametlik Ahmet Davutoğlu’nun yanına gönderecek…

Neyse şimdilik konumuz bu değil. Nasıl olsa ileri de bu konuyu çokça tartışacağız. Biz gelelim “halkın seçtiği diktatör olur mu?” sorusunun yanıtını aramaya.

Diktatör kelimesi Latince (dictatura)  kökenlidir. Dilimize Fransızcadan geçmiştir. Diktatör, emir veren, dikte eden anlamına gelir.Türk Dil Kurumu diktatörü “Bütün siyasi yetkileri kendinde toplamış bulunan kimse” olarak tanımlamaktadır.. Tanımdan da anlaşılacağı üzere, siyasi yetkiler tek bir kişide toplanmış ise bu doğrudan kişiye “diktatörlük yetkisinin” verilmiş olması anlamına gelir.

Diktatörlüğe giden üç ayrı yol vardır. Bunlardan ilki: Günümüzde fazlaca deşifre olmasından ötürü çok rağbet görmese de, örneği Suudi Arabistan’da görüldüğü gibi babadan oğula geçen diktatörlüktür.

İkincisi ise; doğrudan şiddet yoluyla iktidarı ele geçirme (darbe vs.).

Diktatörler daha çok anti demokratik bir yöntem ile gasp ettikleri iktidarlarını demokratik kurumları kullanarak meşrulaştırma yolunu tercih edenlerdir.

Üçüncü yöntem ise, tam da tartıştığımız üzere; anayasa ve demokratik yollar kullanılarak kurulan diktatörlüklerdir.

Örneğin Hitler 14  Eylül 1930 seçimlerinde yüzde 18.3 oyla ikinci parti olarak  çıktılar. En güçlü parti SPD (Sosyal Demokratlar) oyların yüzde 24.5’ini  alabilmiş, Komünistler ise yüzde 13’te kalmıştı. 5 Mart 1933’te yapılan son seçimde ise oyların 43,9’unu  aldılar. Özünde parlamentoyu amaç değil araç olarak kullanan Hitler, demokratik yollarla iktidara geldikten sonra silahlı gücünü de kullanarak diktatörlüğünü ilan etmiştir.

Seçimlerde Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi‘nin 1933’te iktidara gelmesiyle  Devlet Başkanı olduğu dönemde şansölyelik ve cumhurbaşkanlığı makamlarını birleştirerek tüm yetkileri elinde toplayarak tarihin gördüğü en kanlı savaşını başlatan diktatör unvanını almaya hak kazanmıştır.

Hitler’in, saldırgan, tüm dünyayı düşman gören dış politikası, Avrupa’da II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesinin ana nedeni olarak kabul edilir. Onun Yahudi karşıtı ırkçı ideolojisi en az 5.5 milyon insanın ölümüne neden olmuştur. Önü alınmaz bu diktatörlük hırsı, ancak Alman İmparatorluğunun yıkılması ve 30 Nisan 1945 günü intihar etmesiyle son bulmuştur. Ne acıdır ki; bir diktatörün o ülkeye bıraktığı yüz karası mirası, bugünün son Başbakan Binali Yıldırım tarafından bile sırası geldikçe “faşizm” olarak anılmaktadır.

Bunun gibi; Mussoloni, Saddam, Mübarek ve diğerleriyle örnekler daha da çoğaltılabilir.

‎Bir dönemler “Demokrasi bizim için amaç değil bir araçtır, bizi gitmek istediğimiz yere götüren bir trendir ‎ve biz demokrasi treninden istediğimiz durakta ineriz.” Diyen Recep Tayyip Erdoğan, kendisine yöneltilen diktatörlük eleştirilerini, “Ben diktatör değilim!” diyerek karşılamış olması kimseyi tatmin etmemektedir. Üç dönemdir seçimlerde geniş bir seçmen desteği almış olmasını diktatör olmadığının yegâne kanıtı olarak sunuyor olması da yeterince ikna edici değildir. Kaldı ki biz sadece bugünü düşünerek değil, gelecek açısından da diktatörlük yolunun açılmasının tehlikelerine dikkat çekmek istiyoruz. Çünkü ülkenin kaderi kişi ya da kişilerin  kişisel niyetine havale edilemeyecek kadar hassas ve önemlidir.

Bugün bu anayasa değişikliğine “evet” demenin, tüm iktidar yetkilerinin fiili olarak bir kişide toplanması, diktatörlüğün önünün açılması anlamına gelmektedir. 16 Nisanda yapılacak olan referandumla ile yapılmak istenen tam da budur. Bundan ötürü de; yetkilerin tek kişide toplanması “TEK ADAM DİKTATÖRLÜĞÜNE” giden yolun açılması anlamına gelmektedir. Bu duruma “dur” demenin yolu ise bu anayasaya “HAYIR” demekten geçmektedir…

4 Nisan 2016