Ülkemizin ABD tarafından kıskaca alındığının altını çizeriz her seferinde… Bir kesim var ki ona anında itiraz eder. Hatta der ki “başınıza taş düşse ABD’den bileceksiniz”…
Oysa sadece eğitim alanını araştırmaya kalktığımızda nelerle karşılaşıyoruz, nelerle…
İnanın insanın dudakları uçukluyor.
Hele bir de askeri ilişkileri araştırabilsek ohoooooo neler çıkacak neler…
Milli Eğitim Bakanlığına şöyle yüzeysel bakalım mı?

26 Şubat 1946 Kahire Anlaşmasından hareketle Türkiye’de 27 Aralık 1949 Anlaşması gereğince bir komisyon kurulmuştur. Bu tarihten sonra iş bizim ülkenin elinden çıkıyor.  (Bu arada tarihlere dikkat edelim)

27 Aralık 1949 tarihinde Türkiye ve ABD hükümetleri arasında “Eğitim Komisyonu” kurulmuş dört Türk, dört Amerikalıdan oluşan komisyon, ülkemizdeki eğitim kurumlarında yabancı dilde eğitim verilmesi kararını almıştır.
Bunun adı : «Türkiye’de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu» (Fulbright)dur.
Bu Komisyon, «T.C.Hükümeti tarafından sağlanacak paralarla finanse edilecek eğitim programının idaresini kolaylaştırmak için ihdas ve tesis edilmiş bir teşekkül olarak Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri Hükümetleri tarafından» tanınmıştır.

Bu anlaşmanın5. Maddesine göre
«Komisyonun 4’ü T. C. vatandaşı ve 4’ü Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı olmak üzere 8 kişiden oluşmaktadır.»
Bunlara ek olarak ABD, Türkiye”deki diplomatik heyetinin başı komisyonun başkanıdır. Ve alınan, alınacak olan kararlarda oy hakkına sahiptir. Komisyon karar ve davranışlarında ABD Dışişleri Bakanına karşı sorumludur. Komisyon, tıpkı Amerikan askerî üstlerinde olduğu gibi:
«Türk Hükümetinin himayesinde, her türlü denetiminin dışında, Türk Eğitimi hakkında araştırma yapması, bilgi toplaması, gerekli Amerikan memurlarını uzman ve araştırmacı olarak okul, üniversite ve Bakanlıklara yerleştirmesi ve benzeri faaliyetlerini kolaylaştırmak amacını sağlamak için getirilmiştir.»

Türk Hükümetine bu komisyonun çalışmalarını kontrol ve denetleme hakkı dahi verilmemiştir.
Türk Hükümetine bu komisyonun çalışmalarını kontrol ve denetleme hakkı dahi verilmemiştir.
Türk vatandaşı olarak komisyona atanan 4 üyenin Amerika Hariciyesince kabul edilir kişiler olması doğaldır. Ulusal eğitimde, eğitim plânlamasından öğretmen yetiştirilmesine ve programların geliştirilmesine kadar yabancıların karışması, akıl alacak işlerden değildir.
Bu yüzden bugün, örneğin okul programlarımız toplum ve ülkenin gerçek ihtiyaçlarından ve ulusal çıkarlara uygunluktan alabildiğine uzaklaşmıştır. 1962 yılında Amerikalı uzmanlarla geliştirilen, 1968 yılında aynı uzmanlarla bir sefer daha gözden geçirilen”İlkokul Müfredat Programı“nı bir örnek ola­rak ele alalım.

Eski programdan Bağımsızlık, Devletçilik Lâiklik, Devrimcilik, Fransız devrimi, Reform hareketleri, Halkın aydınlatılması, Ulusal ekonomi, Devletin vatandaşlara karşı görevleri… Gibi konular çıkarılmış, yeni programa, Unesco, Nato günü, Demokrasi, Dinsel bayramlar… Gibi konular eklenmiştir.

Amerika ile ilgili konular genişletilmiştir.
Böylece Türk toplumunun muhtaç olduğu, uyanık, üretici, bağımsızlıktan yana, devrimci insan yetiştirme amacı yerine,Amerika’ya bağlı, toplum ve ülke çıkarlarının pek farkında olmayan, geleneklere bağlı ve genel olarak tüketici insanlar yetiştirilmesi amacına yönelinmiştir. Türkiye’nin «tüketim toplumu
» haline getirilmesi, ABD’nin ticaret, ekonomi ve politika çıkarları için çok elverişlidir.

Buna, Amerika kaynaklı filmler, foto romanlar, vur-kır edebiyatı da eklendiğinde, tasarlanan ve uygulanan plânın ciddiliği daha iyi ortaya çıkar.

Türkiye”nin bütün ilkokullarında uygulanan ve süttozu, yağ, peynir, un gibi maddelerle desteklenen Beslenme projesinin yıkıcı etkileri daha fazladır.
Beş milyondan fazla ilkokul öğrencisi, ABD”nin üretim artığı bayat gıda maddeleriyle beslenirken, çok sayıda zehirlenme olaylarıyla karşılaşılmıştır.
Eğitim ve kültür etkilerinin derinliği de hesaba katılırsa, bu projelerin yarattığı manevi zehirlenmenin, görülen maddi zehirlenmelerden çok daha feci olduğu anlaşılır.
«Beslenme maddelerimizi bile bize ABD veriyor!» kanısının sürekli olarak beş milyondan fazla körpe Öğrenciye kazandırılması, ulusal kimliğin bozulmasına yol açar.

Bütün bu etkilemelerin genel amacı, ABD”nin ekonomi ve politika alanındaki çıkarcı girişimlerine kitlelerin kafasında uygun bir ortam hazırlamaktır ve Türk eğitimindeki ABD projeleri bunu fazlasıyla gerçekleştirmektedir. Böyle bir afetle savaşan Köy Enstitüsü öğretmenlerine karşı, çoğunluğu kara cahil olan halk kışkırtılmakta ve sık sık «Amerika gitsin de Rusya mı gelsin?» sorusu ortaya atılmaktadır.
Hâlbuki Türkiye öğretmenleri, ulusal bağımsızlığı vazgeçilmez bir ilke olarak benimsemişlerdir.
Ayrıca öğretmenler, eğitim ve kültürde içe kapanıklığı da savunmuyorlar. Elbet dış ilişkiler yoluyla, yardımlaşma ve etkileşme kaçınılmaz derecede gerekli ve faydalıdır.
Ancak, bunların tek yanlı olmaktan çok, karşılıklı olması ve baskı biçimine dönüşmesinin mutlaka önlenmesi gerekmektedir. Alman ve Belçika uzmanlarının, özellikle mesleki teknik öğretimin kurulmasındaki etkileri de Türk eğitimine zararlı olmuştur.

Özellikle Türk tarımının ihtiyaçlarıyla ilgisi sağlanmadan, alabildiğine işbölümüne dayalı ve Türkiye ihtiyaçlarından hayli yukarı düzeyde kurulan ve bir «politeknik» nitelikten yoksun olan mesleki teknik öğretim kurumları, buralardan yetişen «kalifiye» işçi ve teknikerlerin yurt dışına, özellikle sistemin alındığı Almanya ve Belçika”ya işçi olarak gitmesine yol açmıştır.
 Sanat Enstitüsünü bitirenlerin  % 62’si yurt dışında işçi olarak çalışmıştır, çalışmaktadır.
İçeride kalanların da çoğu polislik, garsonluk, otel kâtipliği ve ilkokul öğretmenliği gibi işlere dağılmışlardır. Büyük şehirlerdeki tamirhanelerde bile sanat enstitüsü mezunlarına çok seyrek olarak rastlanmaktadır. Hâlbuki bunlar teknik alanlarda çalıştırılmak üzere yetiştirilmişlerdi. Bu yüzden bugün toplum, bu okullara öğrenci vermemektedir.
Eğitim araştırma yazılarımız  sürecektir.