Rasim Yılmaz
rasimyilmaz08@hotmail.com /20 Nisan 2017

İki aylık gergin, stresli, bol küfürlü, ahlak seviyesi düşük bir referandum sürecini arkada bıraktıktan sonra “hile-i şer”lerle dolu tartışmalı bir ortamla karşılaşmış bulunuyoruz.

Bir kere bu 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan referandum kampanyası, rejimi değiştirmek isteyen tarafça oldukça kirli yürütülmüştür. Her ağızlarını açtıklarında bu değişikliğe, daha doğrusu “tek adam Diktatörlüğü”ne karşı çıkan“hayır” cephesine;

Terörist dediler…

Hain dediler…

Şerefsiz dediler…

Darbeci dediler…

Tabanca gösterdiler…

İç savaşla korkuttular…

Cehenneme göndermekle tehdit ettiler…

Ölen “evet” çileri şehitlik mertebesine yükselttiler…

16 Nisan’ın “hadislerde” yer aldığını bile salladılar…

Dini o kadar pervasızca kullandılar ki “evet” vermenin “farz” olduğunu söyleyebilecek kadar Allah’ı bile bu işe karıştırıp değersizleştirmeye çalıştılar. Kasabaya gelen “hayır”cıları kastederek; Camilerden “yabancılarla konuşmama” talimatı vererek camileri bu işe alet etmekten geri durmadılar.

Daha da vahimi, utanmadan “hayır”cıların kızlarına, kadınlarına ganimet yakıştırması yaptılar; “bunlar evet’ çilere helaldir” diyebilecek kadar küçüldüler, şerefsizleştiler… Peki, bunlar yapılırken yetkili ağızlardan bir tek eleştirici ve kınayıcı söz duyuldu mu? Hayır!

Şimdi kalkmışlar “kardeşlik” nutukları atıyorlar. Ama nafile çünkü samimi değiller…

İşinize geldiğinde bunları yapacaksınız, yapılanlara göz yumacak, söyleyenlere ses çıkarmayacaksınız, sonra da kardeşlik edebiyatı yapacaksınız… Olmaz beyler olmaz, bu kardeşlik olmaz!  Siz kardeş dediklerinizin kadınına, kızına laf edecek kadar aşağılıksınız; sizinle kardeş sayılmak hiç mümkün mü? Siz fitne, fesat ve ahlak fukarasısınız; bizim kardeşimiz olamazsınız!…

Hayırcılar sadece birkaç parti değil, onlarca ayrı görüş ve inançta olan insanlardan oluşuyordu. Hepsi farklı gerekçelerle hayır cephesinde yer aldılar. Farklı alanlarda çalışma sürdürdüler. Birçoklarının birebirleriyle en ufak bir benzerlikleri bile yoktu ama iki ay süresince hiçbirisinin ağzından tek cümle bölücü, ötekileştirici, aşağılayıcı ya da örflere, âdetlere aykırı, birilerinin kişiliğine, namusuna dil uzatan bir tek kötü söz duyulmadı. “Evet” cephesinde ise her açılan ağız zehir kustu. Bu olgun, kişilikli tutumundan ötürü “hayır” cephesinde yer alanlara teşekkür ediyoruz.

ŞİMDİ NE OLACAK?

Kuşkusuz ki, ne kadar sistem denilirse denilsin, gerçekler ne kadar gözden kaçırılmaya çalışılırsa çalışılsın, oylanan anayasa değişikliği herhangi bir düzenleme değil, ülkenin rejiminin önemli ölçüde değiştirilmesini amaçlayan bir anayasa değişikliğiydi. Bu anayasa değişikliği, toplumun mutabakatı ile oluşmuyordu. Nitekim toplumun yarısının “hayır” dediği bu değişiklik bugünden tartışılmaya başlamıştır bile.  Yani bu referandum oylamasının sayımları sonuçlanmadan şaibe tartışmaları başlamıştır.  Mühürsüz pusulaların 2,5 milyon civarında olduğu söylenmektedir;  bu pusulaların bir kısmı da sandık görevlilerince sandıklar açıldıktan sonra mühürlenmiştir. 2.5 milyon 0y, yaklaşık hesapla yüzde  5’e denk düşmektedir. Oysa “evet” le  “hayır” ın farkı sadece yüzde 1,5 kadardır!

Bu, şu anlama gelmektedir: Bu sonucun her iki tarafa da “hayırlı olsun” demenin olanağı yoktur ve tartışmanın fitili ilk günden ateşlenmiştir. Zaten bundan sonraki sürecin çokta sakin geçmeyeceğinin işareti,Cumhurbaşkanının balkon konuşmasından anlaşılmıştır. Milyonlarca mühürsüz oylar gerekçe gösterilerek, CHP başta olmak üzere birçok kesimin itirazlarına rağmen YSK, 19 Nisan günü 1’e karşı 10 oyla itirazları reddederek seçimin sonuçlarını geçerli kabul etmiştir. Oysa aynı YSK, 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde Bitlis’in Güroymak ilçesinde AKP’nin itirazı üzerine mühürsüz kullanılan bir tek oy yüzünden seçimi iptal ettiği belleklerdedir. Bu da YSK’nın, AKP’nin bir yan kuruluşu durumunda çalıştığı kuşkusunu uyandırmaktadır. Dolayısıyla da sonucu her koşulda değiştirecek olan bu itirazı dikkate almayan YSK, bu referandumu süresiz tartışmalı hale getirmiştir. Bu kabul edilemez bir durumdur.

KİM KAZANDI KİM KAYBETTİ?

Bir seçim sonucunu cebren ve hile ile yürürlüğe sokabilirsiniz ancak bu doğru ve kazandığınız anlamına gelmez. Olağanüstü Hal koşullarında “hayır” bildirisi dağıtan gençlere bile tahammül edilemezken, “evet” çiler sınırsız paralarla dağı taşı afişlerle donattılar; bildiriler, broşürler dağıttılar. Kaymakamı, valisi, askeri, polisi, bürokratı, devletin tüm olanaklarını kullanarak “evet kampanyası” yürüttüler. Miting alanlarına tüyü bitmemiş yetimin hakkıyla alınan belediye araçlarıyla bedava insan taşıdılar. İnsanları; açlıkla, işten atmakla, devletin kasasından ödedikleri sosyal yardımları kesmekle tehdit ettiler. Güneydoğu’da yaşananlar ayrı bir yazı konusu olduğu için orayı yazmıyorum bile.

Bunca tehdide, bunca hakarete, bunca baskıya, bunca devlet ve medya desteğine karşın, 2,5 milyon şaibeli oyla bile ulaşılan rakam sadece yüzde 51,5…

Öte yandan İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Diyarbakır, Mersin gibi emek/nüfus yoğun olduğu büyük kentleri kaybettiler.

Sonucu doğru okumalı…

Yüzde 51,5 evet çıkmış olması her şeyin sonu değil, aksine bu işin başlangıcıdır.

Bu referandumun sonuçları doğru okunabilmelidir. Bence muhalefet bu süreçten güçlenerek, büyük bir siyasi deneyim kazanarak çıkmıştır. En önemli kazanımı, toplumun çok büyük bir kesimiyle dayanışma içinde olabilmeyi becerebilmiş olmasıdır.

Alevi, Sünni, Kürt, Türk, Atatürkçü, sağcı, solcu, sosyalist, komünist, ülkücü, başı açık, başı kapalı her kesimden insan el ele verilerek bir mücadele yürütüldü. Demokrasinin, özgürlüğün, ortak aklın değerini, bunların yaşamımıza katkılarını öğrenmiş olduk. Bundan, bu eller bırakılmayacak olursa aşılamayacak hiçbir zorluğun ve gücün olamayacağı anlaşılmalıdır.

O halde bundan sonra yapılacak iş, bu ilişkiler daha da geliştirilmeli, özellikle başta sosyalistler olmak üzere doğru alternatifler üretilerek doğru birliktelikler sürdürülmelidir.

Bence Cumhurbaşkanı her ne denli maçı aldığını söylüyor olsa da16 Nisan öncesinin rahatlığını çok arayacaktır. Çünkü artık karşısında dünkü “utangaç, ürkek muhalefet”  değil, ne istediğini bilen ve gücüne güvenen toplumun diğer yarısı vardır. Elbette bu birazda muhalefet cephesinin bundan sonraki inançlı ve istikrarlı çalışmasına bağlıdır. Asla moral bozukluğuna, umutsuzluğa kapılmadan, güçlenerek çıkılmış olan bu mücadeleyi ,“Bağımsız Demokratik Türkiye” talebiyle; emek, demokrasi ve özgürlük mücadelesiyle birleştirerek daha da ileri götürmenin hesabı yapılmalıdır. Bunun devamı olarak Ülkenin her yerinde 1 MAYIS’ ta alanlara çıkılarak bu birliktelik taçlandırılarak sürdürülmelidir.