CHP’li Emir’den taşeron işçi düzenlemesi, Hakan Atilla davası ve Bakan Soylu’nun açıklamasına tepki

CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, hükümetin taşeron işçilere ilişkin kadro düzenlemesinin İş Kanunu’na aykırı olduğunu, aynı zamanda Anayasa Mahkemesi’nin benzeri içerikteki bir düzenlemeyi iptal ettiğini belirtirken, “İş Kanunumuz, ‘Bütün hak ve borçlarıyla birlikte devredilir’ diyor. Bu KHK’da ne yapılıyor, devlet işçisine şantaj yapıyor. Devlet işçisine diyor ki, ‘Sen mutlaka bu kadroya geçeceksin’. Peki, geçmezse ne olacak? Feshedilecek yani işsiz kalacak. Bakın bu kanunun, iş kanunumuzun özüne aykırıdır. Bu zorlamadır, çünkü bu kanunda ‘işçinin rızası aranır’ denir. İşçiyi sen ‘ya imzala kabul et ya da seni işsiz bırakacağım dersen’, bunun adı baskıdır, zorlamadır” dedi. Emir, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, polislerin, uyuşturucu satıcılarının ayaklarını kırabileceği yönündeki açıklamasına ilişkin “Uyuşturucu ile mücadele gibi ciddi bir konuyu bacak kırma seviyesinde ele alan birinin bakan kalmasına şaşıyorum. Süleyman Soylu siyasi dönekliğinin yanında hukuk cehaletini de ortaya koydu” dedi. ABD’de görülen davada ceza alan Hakan Atilla’nın, uluslararası düzeyde gerçekleşen rüşvet ve yolsuzluk olayında ‘en masum’ kişi olduğuna dikkat çeken CHP’li Emir, “En nihayetinde tipik bir Türk bürokratı; bakanı rüşvet yerken, genel müdürü rüşvet yerken ve yanlış işler yapılırken buna direnememiş ve göz yummuş. Oysa asıl suçlu Zafer Çağlayan” dedi.

CHP’li Emir, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündemdeki konulara ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Emir’in açıklamalarında öne çıkan konularda söyledikleri şöyle:

 -TAŞERONA KADRO DÜZENLEMESİ: Kanun hükmünde kararname ve sonrasında çıkartılan ilgili tebliğ, birçok açıdan bizim iş kanunumuza, anayasamıza ve 94 sayılı ILO Sözleşmesi’ne aykırı. Bunu onlar (AKP hükümeti) da çok iyi bildikleri için bu düzenlemeyi KHK ile yapmayı tercih ettiler. Çünkü olağan bir yasa olsaydı bu Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin eninde sonunda iptal edeceği sonuçlar doğurması kaçınılmaz olacaktı. Türk Yargıtay’ı çok isabetli biçimde, yıllarca kamuda taşeron olarak çalışan işçilerin aslında kamu işçisi olduğunu tespit etmiş, dolayısıyla bunu yasal bir hak olarak tanımıştır. Kadro bir lütuf değil, taşeron işçiler açısından artık bir haktır. Bu düzenleme basitçe, işçi ve işyeri devri anlamına gelmektedir, yani taşeron işçi, taşeron firmasında çalışan işçi ve işyeri, bu düzenlemeyle birlikte kamu işçisi ve işyeri sayılacaktır. Bu bir devir sözleşmesidir. Peki, bu devir sözleşmesini düzenleyen bizim İş Kanunumuz ne diyor? Bakın İş Kanunumuz, ‘Bütün hak ve borçlarıyla birlikte devredilir’ diyor. Bu KHK’da ne yapılıyor, devlet işçisine şantaj yapıyor. Devlet işçisine diyor ki, ‘Sen mutlaka bu kadroya geçeceksin’. Peki, geçmezse ne olacak? Feshedilecek yani işsiz kalacak. Bakın bu kanunun, iş kanunumuzun özüne aykırıdır. Bu zorlamadır, çünkü bu kanunda ‘işçinin rızası aranır’ denir. İşçiyi sen ‘ya imzala kabul et ya da seni işsiz bırakacağım dersen’, bunun adı baskıdır, zorlamadır. Anayasa Mahkemesi’nin 2014 kararı var. Anayasa Mahkemesi demiş ki, aynen okuyorum ‘Kanun koyucu, davayı etkileyen kanun çıkartarak görülmekte olan davaya müdahale etmesinde zorlayıcı bir kamu yararı olduğu kanaatine ulaşılmışsa da yasamanın müdahalesinin taraflar arasında yargılama başladıktan sonra gerçekleştiği ve davanın esasına ilişkin sonucu belirlediği, müdahale sonucunda başvurucunun davayı kazanmasının imkânsız hale geldiği ortadadır’.  Anayasa Mahkemesi diyor ki ‘sen, devlet olarak bir vatandaşını, bir işçinin oluşmuş haklarını mahkeme sürecinde engelleyemezsin, bunu kanun koyarak da yapamazsın’. Bu diyor adil yargılama hakkına müdahaledir, yargıya erişim hakkına müdahaledir.

Bir sorun daha, yine işçilerden alıyoruz, feryat ediyor; dava açmış, bir yıl öne iki yıl önce, avukata para ödemiş, borçlanmış. Çünkü iş mahkemelerinde sıklıkla mahkeme kazanıldıktan sonra avukatlar oradan para kazanır. Harç ödemiş; bu işçiye ‘evet senin bu hakkın var ama kadro istiyorsan bundan vazgeçeceksin’ diyor. Peki, bu işçi o harçları, o avukat ücretlerini nereden ödeyecek. Bunun için bir düzenleme var mı?

Bir diğer nokta devir sözleşmesi yapıyorsun, alt işverene ‘artık sen kamuda çalışıyorsun diyorsun’, aynı işi yapacak. Çöpçüyse çöpçü, temizlik işçisiyse temizlik işçisi, güvenlikse güvenlik; peki, bunu yaparken sınav ihtiyacı nereden çıkıyor. ‘Kendi işleriyle ilgili soracağız’ diyorlar. Eee sormayın, zaten yapıyor. Neyi araştıracaksınız. Biz sizin neyi araştıracağınızı biliyoruz. Çünkü o sınavı yapacak ekibe baktığınız zaman, ‘valiliklerden de gelecek’ diyor. Kim gelecek? Artık valiliklerin AKP hükümetine nasıl bağlı olduğunu bilmeyen var mı! AKP il başkanı gibi çalışan valiler, görevlilerini gönderecekler sınav komisyonlarına ve biz de onlara sınav diyeceğiz. ‘Sınav yapacağım’ dediğin zaman, burada ne soracağınızı biz biliyoruz. O kişinin kimliğini soracaksınız, siyasi düşüncesini soracaksınız, memleketini soracaksınız, mezhebini soracaksınız ve buna göre kadro dağıtacaksınız.

Yetinmiyorsunuz yine kendi kanunlarınıza aykırı şekilde bir de güvenlik soruşturması yapıyorsunuz. Bu kişiler zaten çalışıyorlar, bu işleri yapıyorlar. Zaten yıllardır çalışıyor orada; neyin güvenliği bu! Bunların zaten adli sicil kaydı elinizdeBunların hepsi işi yokuşa sürmek ve istediğine kadro dağıtmanın gayretidir. Bu nedenle de bu düzenleme birçok açıdan sakattır, eksiktir; bir an evvel düzeltilmesi gerekmektedir.”

 -BAKAN SOYLU’NUN ‘UYUŞTURUCU SATICILARININ AYAĞINI KIRIN’ AÇIKLAMASI: Çok da yiğit, diyor ki ‘beni eleştireceklerini biliyorum’, o kadar da cesur. Bu cesaretini aslında kendisine FETÖ ile bağlantısı konusunda yapılan eleştirileri yanıtlaması konusunda gösterse çok daha muteber olur. Ama kendisi siyasi dönekliğin yanında hukuk cehaletini de ortaya koyuyor. Biz buna şaşırmıyoruz. Süleyman Soylu’nun bunun bir suça azmettirme olduğunu, kamu görevlilerini suça azmettirdiğini ve bunun TCK kapsamında suç olduğunu bilmesini ben beklemiyorum şahsen. Onda, o hukuk kültürünün olmadığı ortada. Buna şaşırmıyorum. Ama şaşırdığım bir nokta var. Bu kişinin, yani uyuşturucu ile mücadele gibi ciddi bir konuyu böylesine bacak kırma seviyesinde ele alan, bu düzeyde yürüten, bu düzeyde anlayan ve bu düzeyde çözeceğini zanneden kafanın, Türkiye’nin İçişleri Bakanı olarak kalmasına inanın şaşırıyorum. Süleyman Soylu’yu Türkiye hak etmiyor hatta bana sorarsanız AKP de hak etmiyor.

-ABD’DE HAKAN ATİLLA’YA CEZA VERİLMESİ: Hakan Atilla’ya verilen ceza, o davayı da yakından izlemiş biri olarak bence ağır. Uluslararası kara para ticareti, kara para aklama, Amerikan yaptırımlarını delme, sahtecilik; bütün bu suçların işlendiği, bu ana senaryoda en masum kişi Hakan Atilla. Dolayısıyla ben şahsen Hakan Atilla’nın alabileceği bu ağır cezadan dolayı kişisel olarak üzüldüm. Türkiye’de olsaydı daha az bir cezayla kurtulabilirdi. Çünkü en nihayetinde tipik bir Türk bürokratı; bakanı rüşvet yerken, genel müdürü rüşvet yerken ve yanlış işler yapılırken buna direnememiş ve göz yummuş. Oysa asıl suçlu kim! Asıl suçlu bakan, Zafer Çağlayan. Ancak Türkiye ve dolayısıyla AKP hükümeti bu süreci başından beri yanlış yönetmiştir. Başından beri Türkiye’deki pisliği, halının altına süpürmeyi tercih etmiştir. Ve siyasi nedenlerle ve siyasi kaygılarla kendi sorumluğunu görmezden gelmiştir. O bakanlar, AKP hükümetinin bakanıdır; o genel müdür, AKP hükümetinin atadığı bir genel müdürüdür. Siyasi sorumluluk vardır ve bunun gereğinin mutlaka yapılması gerekir. Türkiye mahkemelerinin bu kişiler hakkında dava açması için geç değildir. Türkiye bu haksızlığı, bu suçlu damgasını hak etmiyor. Zafer Çağlayan’ın bir şekilde Amerikan hukuk sisteminin eline geçmesi durumunda neler anlatacağı veya neler anlatabileceğini ben bilmiyorum ama dünyada bunu merak edecek çok insan olacağını düşünüyorum.”