Mümtaz Temiz hocamızı ve ilk  kitabı “İçilmemiş Çayın Hesabı”nı Yolcuhaber ekibi olarak selamlıyoruz.
22815488_1450134948369148_553734264023664232_nÜkemiz darbelerden, darbe girişimlerinden çok çekti. Her darbe ne yazık ki masum insanlara  zarar verdi. Aydınları hapsetti, Türkiye  her seferinden 50’şer yıl  geriye götürüldü. 1980 Askeri Darbesi de tıpkı diğer darbeler gibi Türkiye Cumhuriyeti’ne, Türk Halkı’na aydınlara, yetişmiş çağdaş gençliğe yapıldı. 80 Darbesi özellikle çağdaş, cumhuriyetçi, Atatürkçü, emperyalizme karşı savaş açan öğretmenlere karşı yapıldı. Bu kriterlerde ne kadar öğretmen varsa  görevinden alındı, mesleğinden atıldı, yada kahrından öldü, gitti. Yazar Mümtaz Temiz’de 80 darbesinin mağduru bir öğretmen. İşte o yılları anlatmak için bir kitap yazdı.

Yazar,  köşe yazarı,-gazeteci, Şair Mümtaz Temiz’in  ilk kitabı “İçilmemiş Çayın Hesabı”   Pamiray yayınlarından çıktı.  İlk kitabının çıkması nedeniyle oldukça heyecanlı ve bir o kadar da mutlu olduğunu belirten Temiz;””İçilmemiş Çayın Hesabı” benim ilk kitabımdır. Yaşanmış ve bugün bile hatırladığımda o günlere daldığım, nice acıların, feryatların, haksızlıkların, insanın inanamayacağı  yaşanmışlıkların çığlıklar halinde  beynimde yankılanmsından çıktı” İçilmemiş Çayın Hesabı” diyerek konuyla ilgili daha geniş bir açıklamayı kitabının tanıtımında yapacağını söyledi.

28870832_1571549356227706_152573040171016168_nKitabın arka sayfasında ise  şu ifadeler yer alıyor,”…Onlar, bu öyküde anlatılanlar; ülkesini ve bu ülkenin halkını ölesiye seviyorlardı. Amaçları daha güzel, daha özgür bir dünyaya kapı aralamaktı. Olmadı… Çünkü bir Eylül sabahı kapkara bir bulut çöktü ülkenin üstüne.Kimisi darağacında, kimisi işkencede, kimisi kardeş kurşunuyla göçüp göçüp gittiler. İzleri kaldı geride. Tohum, fide, ışkın bıraktılar geleceğe. Gözyaşlarıyla yazılan bu öykülerde hepimiz kendimizden bir şeyler bulacağız…””İçilmemiş Çayın Hesabı” ÇIKTI!.. Türk Edebiyatına hayırlı olsun.

12 Eylül 2010 yılında  08 haber gazetesi’nde makale yazmaya başladığında ilk yazısının adıdır İçilmemiş Çayın hesabı. O zaman bu makaleyi okuyanlar bundan çok etkilenmişlerdi. Tabi ki kitabın küçük bir özetiydi bu.  Tam 8 yıl önce özeti yazılmış kitabın  adını taşıyan makalede ise şu ifadeler yer almıştı;

“12 Eylül darbesinin üzerinden neredeyse bir yıl geçmişti. Çevremde ne kadar, “ben çağımdan ve üzerinde büyüyüp suyunu içtiğim toprağımdan yanayım.” diyen, genç, sanatçı, öğretmen, işçi varsa ve hatta kim ki okur yazarsa.” birer birer alınıp bir meçhule götürüldüğü günlerdi.

22815488_1450134948369148_553734264023664232_nO günlerde ben de, çevresinde aydın olarak tanınan, sosyal olaylara seyirci kalmayan, hatta zaman zaman olayların içine balıklama dalan bir gencim.

Okumaya, siyasi tartışmalara, şiire, müziğe, sanata olan düşkünlüğümle ve söylemesi ayıp, o günlerdeki yakışıklılığımla belki biraz da fazlasıyla öne çıkan isimlerden birisiyim.Çevremde bir çok arkadaşım, askerler ve polisler tarafından patır patır alınıp götürülüyor.

Bilir misiniz bu durumun sıkıntısını. Size bir gün geleceklerini bile bile bekliyorsunuz. Yapabileceğiniz bir şey yok.

O koşullarda bile, bildiğim doğruları yapmaya, olup bitenleri söylemeye devam ediyorum. Dağa çıkan arkadaşlarıma, tutuklanmış olan arkadaşlarımın ailelerine küçük çaplı örgütsel ilişki içerisinde maddi ve manevi yardımları ulaştırmaya çalışıyorum.

Bu arada abimin Bolu’dan alınıp getirildiğini duyuyorum. Hopa Emniyeti, “bizde yok, bizim bilgimiz yok” diyor. Ama gören arkadaşlarım “senin ağabeyndi, gördük” diyorlar. Tam da yılbaşı akşamı. O akşam arkadaşlarımızla belki eğlenmek için değil ama hüzünlenmek için birkaç kadeh rakı içecektik. Vay anasını beeee… Demek sıra bize geliyor.

28870832_1571549356227706_152573040171016168_nKahroluyorum. Abim benim canım. Çok seviyorum. Ulaşamıyorum bir türlü. Hayatından endişe ediyorum.

Ancak bir ay sonra Artvin’deki gözetim evinde görüşebiliyorum kendisiyle.

Ellerini hep üşür gibi paltosunun cebine sokuyor. Yüzünü hep bir tarafa çeviriyor.

-Abi neden bana doğru dönmüyorsun, diyorum biraz sessizce. Cevap vermiyor yanında bir asker gardiyan var. Konuşmalarımızı dinliyor. Abi “üşüyor musun, neden ellerin hep cebinde?” diyorum.

-“Görüş saati bitti” diyor henüz yüzünde sakalı tamamlanmamış bir onbaşı. Alıp götürüyorlar abimi. Oysa daha “Neden aldılar seni abi? Nerdeydin bir aydır? Ne oldu? Ne yaptılar?..Diyecektim. Bırakmadılar.

Bir daha ne zaman görüşebilirim diye soruşturuyorum, “belki bir hafta sonra, belki on beş gün sonra” diyorlar.

Günler geçiyor… Tam bir yıl geçti darbeden sonra. Ben hâlâ dışarıdayım. Tedirgin. Biraz korkak. Biraz ürkek. Bekliyorum. Gelecekler, onlara göre hiç beklemediğim bir anda. Oysa ben hep bekliyorum. Firardaki arkadaşlara, “Ben de sizinle geleceğim, bakın beni alacaklar bir gün” diyorum.

-Hayır, sen bizimle yapamazsın, dayanamazsın sığınaklarda diyorlar. Hem sen dışarıda bize daha çok lazımsın diyorlar.

Alacaklar, işkence yapacaklar biliyorum, diyorum.

22815488_1450134948369148_553734264023664232_nDayanacaksın, sen dayanırsın, diyorlar.

Ve bir gün birkaç cemse korkunç gürültüyle gelip, peşpeşe okulun bahçesinde durdular. Benim için geldiklerini anladım.

Çocuklara çaktırmadan sınıfın arka tarafındaki pencereyi açtım. Neden açtım, ne yapmak istiyordum. Kaçmak mı? Son bir kez olsun dolu dolu temiz hava almak mı? Bilmiyorum. Ama arka taraf asker doluydu.

Cemselerden inen askerlerden daha fazlası önceden okulun etrafını sarmış. Atlamam veya ani bir hareketimde vurulacağımı anlıyorum.

Az sonra sınıfıma daldılar. Haydut gibi. Çocuklarımın çığlıkları arasında aldılar.

Sınıftan çıkarken, bütün itelemelerine karşın, son kez döndüm yavrularıma… Nasıl ağlıyorlar arkamdan… O yaşta, bu gidişin ne anlama geldiğini öğrenmişlerdi.

Sınıfın kapısında vurdular kelepçeyi. Oysa ki, kaçmak istesem kaçardım taaaaa başından… Ne yapmıştım ki? Ben bir öğretmendim. Kimin yakasına yapışmıştım?

28870832_1571549356227706_152573040171016168_nEvimi sordular. Birkaç kişi halktan tanık almışlardı yanlarına. Evime gittik. Didik didik aradılar her tarafı. Bir hayli kitap ve teyip kaseti, özel mektuplar, tebrik kartları falan… Define bulmuş gibi sevindiler… Oysaki, bir süre önce onları çok daha fazla sevindirecek kitaplarımı iki arkadaşımı yardım ettirerek bir gece sabaha kadar yakmıştık. Her kitabın yakılışında gözlerim dolu dolu olmuştu. Bu kitapları almazlar diye düşünmüştüm. Sıradan öykü ve romanlardı. Yani siyasi bir yanı yoktu hiç birinin. Ama beyleri sevindirmeye yetmişti yine de…

Ve sonrası…

Dostlar, sevgili okurum, gelin bundan sonrası hakkında ayrıntıya girmeyeyim.

30 yıldır ne işkence olayları dinlediniz çevrenizden… Ne hikayeler okudunuz tahmin edebiliyorum. Sizleri sıkmak istemiyorum.

Ama bir olay var ki, bana o kaba, o vahşi işkenceyi unutturdu.

Sizlerle işte onu paylaşmak istiyorum:

Günlerdir işkencedeyim. Neredeyse sıfırı tüketmişim.

Ben ki umumi tuvalette yanımda birisi varken tuvalete girmeye utanırdım, şimdi üryanım; bir sürü insanın yanında anadan doğma. İşkenceyi unuttum. Utancımdan yüzümün ateş gibi olduğunu zannediyorum… Copun biri iniyor biri kalkıyor ayaklarımın altına… Sonra sert bir cisimle kazındığını hissediyorum. Başta jilet olabileceğini düşünüyorum. Gözlerim bandajlı değil, fakat etkilenmemek için bakmıyorum. Şişmeyi ve kanamayı önlemek için olsa gerek bu kazıma işi diye düşünüyorum. Kapatıyorum gözlerimi. Sonra copların taarruzu yeniden başlıyor…

22815488_1450134948369148_553734264023664232_nDışarıdan bir ses “savcı bey geldi, bırakın, ses yapmayın” diyor. Ayaklarımı yere indiriyorlar. Buz gibi bir beton. Askerin takunyalık dediği tuvaletlerin ve lavaboların arasındayım. Soğuktan karnım şişiyor, şişiyor, şişiyor. Müthiş bir gaz hissediyorum barsaklarımda. Acıya ağrıya rağmen sıkabildiğim kadar sıkıyorum kendimi.

Nafile…Kurşun sesi gibi bir ses… Derken… Sesler bir biri ardına… Nasıl utanıyorum nasıl utanıyorum…

Ama karşımdakiler bu sesleri kanıksamışlar… Hiç tepki vermiyorlar… Yine de ben öksürerek falan kapatmaya çalışıyorum olayı.

Bir süre sonra, “komutan istiyor bunu” diyor dışarıdan gelen bir asker…

-Hadi, dediler. Bir ikisi önden çıktı. Bana da yürümem için işaret ettiler. Hiç olmazsa şimdi elbisemi verirler diye düşündüm. Yani sadece düşünmüş oldum işte…

Bir kapının önüne geldiğimizde durmam için işaret ettiler. Birisi kapının önünde topuk vurdu:

-Alın içeri.

-Girdik.

Bakmıyor adam hiç yüzüme. Küsmüşüz sanki. Eliyle masanın karşısındaki duvar dibini işaret ediyor. Beni oraya çekiştiriyorlar. Ellerimle edep yerimi kapatmaya çalışıyorum.

28870832_1571549356227706_152573040171016168_nKomutanın elinde birtakım kağıtlar, belgeler falan…

-Anasını …tiğim çocuğu hiçbir şey yazmamışsın önceki ifadende, diyor. Bize hikaye okutuyorsun. Olan bizim senin hayat hikayene ihtiyacımız mı var, diyor.

Ben susuyorum.

Ben susuyorum ama, barsaklarım susmuyor…. Mübarek Alman filintası gibi ötüyor.

Yüzüm kızarıyor. Ama komutanda tepki yok. Oysaki bu ses bir üst katta, bir alt katta duyulmuştur. Yine öksürük takviyesi yapıyorum kendimce…

Zile basıyor komutan. Dışarıdan bir asker gelip açık kapının önünde önce topuk vuruyor, sonra “emredin komutanım” diyor.

-Çayınız var mı oğlum?

-Taze komutanım.

-Bir çay getir bana.

-Emredersiniz komutanım.

Asker tam kapıdan çıkacakken,

-Oğlum iki tane getir, hocada içer.

22815488_1450134948369148_553734264023664232_nVay beeee, diyorum içimden, nasıl özlemişim çayı, nasıl hararetim var. Ne kadar makbule geçecek. Her halde acıdılar bunca eziyetten sonra diye düşünüyorum. Açlıktan çok çaysızlık gücüme gidiyor zaten…

Az sonra, aynı asker elinde bir tabla ve buram buram kokan iki çayla odaya giriyor.

Çaylar hep böyle mi kokardı. Yoksa şimdi mi bu kadar nefis kokuyor? Bunu düşünecek değilim şimdi. Kokuyor işte…

Asker tablayı olduğu gibi komutanın masasına koyuyor.

-Başka bir emriniz var mı komutanım.

-Yok, diyor komutan. Asker çıkıyor.

Bir yandan masasındaki evrakları karıştırıp bir yandan da çayların önce birsini, daha sonra ötekini sanki farkında değilmiş gibi sırayla içiyor.

Birden bire çok gücüme gidiyor nedense. Hayıflanıyorum kendime, “bunlarda merhamet duygusu beklediğim için, nasıl böyle bir anda gevşeyip bu sadist insanlardan çay beklediğim için kızıyorum kendime. Kendimi teslim olmuş, çözülmüş hissediyorum. İyice gücüme gidiyor.”

Yeniden birtakım sorular, sorular, sorular…

SUSMA HAKKI diye bir şey yoktu o zaman. Dayanma, direnme, mücadele hakkı vardı, kendi benliğimizden gelen. İradesi ve gücü olan insanlar konuşmazlardı ancak. Çok ağırdı tabii konuşmamanın bedeli…

28870832_1571549356227706_152573040171016168_nAma biraz da inandırıcı olmalısınız. Her soruyu susmakla geçiştiremezsiniz işkencede. Size zararı olmayacak soruları cevaplamakla inandırıcılığınızı artırırsınız. Örneğin: Kaç öğretmensiniz okulunuzda? Diye sordu.

On bir, dedim.

-Kimler? Dedi.

Koşullandırmışım kendimi konuşmamaya bir kere. Kilitlenmiş hafıza merkezim. Yanıt veremiyorum bir türlü. Bunları milli eğitimden de öğrenir oysa. Bunlara, bu gibi sorulara cevap vermeliyim, inandırıcı olmak için. Ama iki kişinin adını söyleyemiyorum.

Görüyor musun, diyor bana, sen bildiklerini de konuşmuyorsun bize, fırlayıp yerinden olanca hışımla suratıma bir tokat indiriyor.

Tekrar gidiyor yerine. Sorular devam ediyor… Yanıtsız sorular…

Zile basıyor tekrar.

Kapıda aynı asker topuk vuruyor yine.

-Emredin komutanım.

-Çayın var mı oğlum?

-Taze komutanım.

-Bir çay getir bana.

-Emredersiniz komutanım.

Asker kapıdan çıkarken;

-İki tane getir, hoca da içer.

22815488_1450134948369148_553734264023664232_nAskerin emret komutanım demesine kalmadan, müthiş bir nefretle;

-Hayır, diyorum… İçmek istemiyorum sizin çayınızı. Siz için, belli ki hiç içmemişsiniz, diyorum. Sesim biraz da çıkarmak istediğimden daha yüksek çıkıyor…

Bu hareket bir süredir suskun olan barsaklarımı da harekete geçiriyor.

Sözümden dolayı mutlu oluyorum, ama diğer sesten yine utanıyorum.

12 Eylülcüler yargılanacakmış… Hesap sorulacakmış işkencecilere…

Breh ! breh ! brehhhh !!!!!…. Vay beeeee !…

Bana işkenceden çok daha ağır gelen İÇİLMEMİŞ ÇAYIN HESABI sorulacak mı?.. O utancın hesabı sahi kimden sorulacak?”

20258199_1373120289403948_5071339117783429102_n

ESEN KALIN

Sami Özçelik