Barış Arifoğlu

“Bir gün nebahat teyze sordu,
Sen hiç anana şiir döktürmedin mi diye..
Döktürdüm döktürmez olur muyum.
Her defasında bu kahpe rüzgar aldı uçurdu onları..
Hem ben,
Beni on yedi yaşıma kadar,
Elleriyle yıkayan anama şiir yazabilecek kadar şair değilim” demiş Can Yücel..
Bu şiiri her okuduğumda hüzünlenirim. Aklıma ķöydeki  çocukluğum ve annemin bizi yıkadığı zamanlar gelir..
Çoğu anadolu köyünde olduğu gibi bizimde köyde içme ve kullanım suyumuz evin bayağı bir uzağındaydı. Doğal kaynak suyunun kendinden fışkırdığı, evin yakınındaki bir derenin içindeki zoraki çeşmemiz,  bizim tek suyumuzdu. Evimiz köy merkezinden uzak olduğu için devletin köy dışındaki kaynak sularını toplayarak getirdiği, köy içinde birden fazla noktaya kurduğu yapay çeşmeler bizden çok uzaktı ve kullanmaya imkanımız yoktu. O yüzden uzak ve dik bir rampa inilip çıkılarak getirilen içme ve kullanım suyu altın kadar kıymetliydi. Nasıl olmasın ki. Düşünsenize , hangi bir şeye yetebilirdi ki kol gücü ile taşınan su?  Bulaşığa mı , çamaşıra mı, el yüz yıkamaya mı ,içmeye mi, banyoya mı ? Şu anki şartlara göre ne kadar inanılmaz geliyor değil mi !!
Her ne kadar evdeki erkekler de yardım etse en büyük yük kadınların üstündeydi. Babannem, halam ve annem sabah akşam ağır köy işlerinin arasında bu su taşıma işini yapar ve ciddi bir şekilde yorgun düşerlerdi..
Taşıma su ile yapılan işlerin içinde en büyük iki problem banyo ve çamaşırdı. Kovalarla ve güğümlerle su getirilip, kapının önüne taşların üstüne koyulup altına odunların dizildiği kazanlara doldurulur ve sonra odunlar ateşlenirdi.Odun ateşinde bekle allah bekle ki kocaman  kazanın içindeki su ısınsında hem çamaşır yıkansın hemde çocuklar banyo yaptırılsın!
Bu durumda annemin en stresli olduğu gün bu banyo ve çamaşır günüydü. Hatırladığım kadarıyla köydeki banyolarımızı önceleri ahşap evin odalarından birinde , plastik veya alüminyum bir leğenin içinde yaptırıyordu. Dışarıda kazanın içinde ısıttığı sıcak suyu kovalara doldurup evin içine getirir, sonra ılıtır, kafamıza döktüğü ilk maşrapa sudan sonra “çok sıcak” diye ciyaklamamızın ardından sinirlenip sabun kalıbını hafifçe kafamıza vurarak “sıcak değil, bundan soğuk olursa kir çıkmaz! ” diyerek kızar ve söylene söylene devam ederdi..
Zemini tahta olan bir odada banyo yapılması çok kötü bir yöntemdi. Tahta zemin üzerindeki halı ve kilim kaldırılsa bile bu sefer de su ister istemez leğenden zemine sıçrıyor, çürümesinin önüne geçmek içinde banyo bitiminde hızlı bir şekilde bu ıslak tahta zeminin sabun atıklarından temizlenip kurulanması gerekiyordu. Bu da eksta bir emek ve yorgunluk kaynağıydı. Çocukluk aklı işte, zavallı annem hem beni hemde kardeşimi banyo yaptırdıktan sonra o yorgunluk yetmezmiş gibi birde üstüne üstlük tahta zemini temiz su ile tekrar yıkadıktan sonra  kurulamak için uğraşır benim ise ıslak tahtadan çıkan o kesif koku acayip hoşuma giderdi.
Gel zaman git zaman annem taktik değiştirdi. Evin içine sıcak su taşımak için uğraşmak ve tahta zemini ıslatmak yerine bizi dışarıda, hemen kazanın yanında banyo yaptırmaya karar verdi. Bu onun için büyük bir işçilik kazancı yarattı ve daha az yorulmasını sağladı. Ama bu seferde bizim için işler kötüye gitti. Dışarıda banyo olur muydu hiç. Evimiz köyün dışında da olsa bir şekilde birileri geçebiliyordu hemen evin önündeki yoldan. Ve banyo yaptığımız leğen tam yolun altına konuşlanıyordu. Bu durumda yoldan geçen herkesin direkt gözlerinin önünde banyo yapıyorduk. Başlangıçta çok itiraz ettik kardeşimle, utanıyoruz, rezil oluruz bütün köye falan dedik ama nafile..” Siz çocuksunuz, size kimse bakmaz . Merak etmeyin” falan dedi ve kestirip attı. Çaremiz yoktu. Mecburen boyun eğdik hem anneme hemde kafamıza döktüğü sıcak suya. Banyo sırasında yoldan kimse geçmesin diye çocuk aklımla içimden tanrıya yalvarırdım ama bazen işe yarasada bazen işe yaramıyordu bu dileklerim. Birileri geçiyordu ister istemez ve ben utancımdan yerin dibine geçiyordum. Hatta bir seferinde benden yaşca büyük kızların gülerek geçtiğini hatırlıyorum da o günden sonraki bir kaç gün kızları görünce utancımdan yüzlerine bakamamıştım.
Sonra, annem bir adım daha attı ve daha pratik bir çözüm buldu. Suyu eve taşıyıp ısıtacağına bizi suya taşıdı. Suyu ısıttığı kazanı, leğeni ve bizi su kaynağına götürdü ve hemen kaynağın yanına kurduğu kazanda suyu ısıttı ve bizi hemen oracıkta banyo yaptırdı. Böylece en azından kaynaktan eve su taşımaktan kurtulmuştu !
Ahh anne ahh nasıl unutulur sayısız emeklerin. Kendini bize adamışlığın . Ne yazsam ne söylesem boş. Şairin dediği gibi ” Beni  elleriyle yıkayan anama şiir yazabilecek kadar şair değilim”..
Anneler günün kutlu olsun.. Sadece bugün değil, her gün..
11.05.2019