Gökhan Dede
SMMM
9 Mart 2020

Ülkemizin tarihine baktığımızda her nedense “Barış” kelimesi her dönem yönetenler için ürkütücü olmuştur.

Çocukların öcüden korktuğu gibi bizim yöneticiler de barıştan korkmuşlardır her dönem. Oysa çocuklarımızın adı savaş da konmuştur barış da. Savaş istemeyenler çocuklarının adını Barış koymuşlardır hep, belki de inadına Barış dercesine…

Geçmişimize baktığımızda insanlarımız ve örgütlerimiz barıştan yana çok çekmişlerdir.

“Savaşmayın, barışın” diyenler en çok zulme uğrayanlar olmuşlardır. Oysa barış bilincinin perçinlenmesi, sorunların barışçıl yollardan çözülmesi için, bir tür gelenek oluşması için 1950 yılında Dünya Barış Konseyinin önerisiyle 1 Eylül “Dünya Barış Günü” ilan edilmiştir. Bilindiği üzere 1 Eylül milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanan 2. Dünya Savaşının başlangıç günüdür. İşte o günden bu yana ekonomik ve sosyal gelişmişliği, rejimi, dini ve etnik yapısı farklı tüm ülkeler “1 Eylül Dünya Barış Günü”’nü çeşitli etkinliklerle kutlamaktadırlar. Ancak bu güzel ve anlamlı gün bizim ülkemizde her dönem çeşitli engellemelere maruz kalmış, çeşitli gerginliklere sebep olmuştur. Yalnızca bu değil, Barış adı altında yapılan her eylem, söylem ve girişim engellenmiş, bunları gerçekleştirenler tutuklanmışlardır.

Nitekim, 1950 yılında Kore Savaşı başladığında o zamanın sosyalistleri, öğretim üyeleri, Barış Severler Cemiyetini kurmuşlar. Bu Cemiyet üyeleri Kore’ye asker gönderilmesini protesto ettikleri için Cemiyet hemen kapatılmış, üyeleri hakkında soruşturma açılmış, öğretim üyeleri üniversitelerinden derhal uzaklaştırılmış.

Ancak yine de barış yanlıları hiçbir dönem yılgınlık göstermemişler. 1977 yılında yine bir barış hareketi başlatmışlar. Bir dönemin büyük elçisi Mahmut Dikerdem öncülüğünde bu defa 3 Nisan 1977’de Barış Derneğini kurmuşlar. Benim gençlik dönemim de bu tarihe denk geldiğinden çalışmalarını, sonrasında tutuklanmalarını, davalarını, hapisliklerini az çok anımsarım. Ancak, Barış Derneğinin ömrü de çok sürmedi. Barış düşmanları hemen bunların da nefeslerini kesme girişiminde bulundular.  Zaten kısa bir süre sonra 12 Eylül 1980 Faşist Askeri Darbesi yapıldı. Malum sıkıyönetim de vardı. İstanbul 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi, Genel Başkanları Mahmut Dikerdem ile birlikte 44 yönetici hakkında tutuklama kararı vermekte gecikmedi. Öyle ki, tutuklanan bu yöneticiler arasında ülkemizin en seçkin simaları, yazarları, aydınları, milletvekilleri, üniversite hocaları vardı… Yargılamalar sonucunda bu yaşlı-başlı insanlara en ağır cezaları verdiler. Uzun süre cezaevlerinde tuttular. Barış Derneği yöneticilerinin tutukluluğuna dünya çapında tepkiler yağdı. Zamanın yargıçları, devlet yöneticileri “Barış ile komünizm”i hep eş anlamlı görüyorlardı. Hâlâ da öyle değil mi?

Ancak barış için savaşanlar yılmadılar. Bu defa da 1987 yılında Prof. Dr. Leziz Onaran başkanlığında “Nükleer Savaşın Önlenmesi İçin Hekimler Derneği” (NÜSHED) kuruldu. Ancak bu Derneğin faaliyetleri de çok geçmeden Ankara Valiliği emriyle durduruldu. Barışa inanan hekimler bu keyfi davranışa boyun eğmediler. Uzun süren hukuk savaşını kazanmayı başardılar. NÜSHED’in, 1990 yılında Türkiye’nin de içine sürüklenmek istendiği Körfez Savaşı sırasında “Savaşa karşı barış” için etkin bir mücadele verdiği bilinmektedir.

Yarım asırdan fazla bir zaman geçmesine karşın insanların kimileri barıştan korkar oldular. İnsanların kimileri orta yerde “Ben barıştan yanayım” demeye de korkar oldular.

Çocuklarının adı Barış olanlar “Acaba çocuğumuzun adını değiştirsek mi” diye düşünmeye başladılar. Baksanıza, adları Barış olan iki gazeteci Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan da tutuklandılar…

“Haber yazdıkları için tutuklandılar ama, acaba Barış olan adlarının da etkisi var mıydı tutuklanmalarında?” diye düşünmeden edemiyor insan.

Oysa Barış’a ve demokrasiye ne çok gereksinimimiz vardı bugünlerde!..

Yani demem o ki acil sorunumuz “Barış ve demokrasi” iken…

Her şeye karşın, gelenekselleştirilen “barış korkusunu” yenmek için cesur olmak lazım.

Uğruna savaşılmadan Barış gelemez ki!..