Demir AKın

Bizim lisede okuduğumuz yıllarda, Padişah 2. Abdülhamit’ten bahsedilirken kendisinin Yıldız Sarayında çok gelişmiş bir istihbarat örgütü kurduğunu, buraya muhbirlerin jurnallerini ileterek muhalif kişilerin bilgilerinin gönderildiği ve Padişahın da bunun karşılığında bir miktar altın ihsan ettiğinden bahsedilirdi. O yıllarda aşina olduk Jurnal kelimesine. Kelimeyi sorguladığımızda da aslının Fransızca’dan Journal kelimesi olduğu, gazete-dergi anlamına geldiğini ve bundan türetilen Journalist kelimesinin de o dilde (fransızca) gazeteci demek olduğunu öğrendik. Meşrutiyet döneminin söylemlerininFransızca’ya olan yakınlığı ile çok masum bir kelime Jurnal olarak ‘’birisi hakkında yetkililere verilen kötüleme yazısına’’ dönüşmüş.

İlerki yıllarda çok sık karşılaştık jurnallerle. Hem 12 Mart hem 12 Eylül döneminde sayın muhbir vatandaşlarının yetkililere yaptığı ihbarlar çok can yakmış, nice insanı mahkemelerde, hapishanelerde süründürmüştü. Bir ara yetkililer bile gına getirmiş bu jurnallerden (ihbarlardan) ve açık adı ve adresi olmayan ihbarların incelenmeyeceğini duyurmuşlardı.

Son yirmi yıl belki de bu alanda en acı hatıraların yaşandığı yıllar olmuştur. Fetöşler çetesi bir taraftan kendi ürettikleri jurnalleri güvenlik güçlerine aktarırken, aynı anda da kendi Jurnalistlerine (gazeteci kılıklı rezillere) duyuruyorlar ve kişiler ve kurumlar hakkında aşağılama, ötekileştirme ve linç etme kampanyaları başlatıyorlardı. Türkan Saylan ve Çağdaş Yaşamcılar örneği çok acı veren bir süreç oldu toplumumuza.

Görülen o ki, o yöntem hala devam etmekte ve iktidar organları tarafından kullanılmaktan çekinilmemektedir. Yıllar önce yazılmış ve sadece muhalefet kokan tweet’ler, trol adı verilen muhbirimsi vatandaşlarca bulunmakta, buradan gazetelere ve gazetecilere (Journalist) oradan da güvenlik güçlerine ve savcılara aktarılarak iddianameler düzenlenip, bir cinayet işleyene istenen cezaların iki katı cezalar talep edilmektedir. Şimdi yeni moda gazetecilik işte bu haberleri üretip iktidardan aferin almaya odaklanmış durumda. Böylesi iğrenç bir ortamda ‘’halkın haber alma özgürlüğüne’’ inanan ve bunun için deyim yerindeyse kelle koltukta gazetecilik yapanları alkışlamamız gerekir. Hatırlayanlar olacak: 2003 yılında Körfez savaşı başlarken ‘’Embedded Journalist’’ ifadesini duymuştuk Cüneyt Özdemir üzerinden. İliştirilmiş gazeteci ifadesiyle türçeleştirilecek bu kelime sıcak savaşta taraflardan birinin kuvvetlerinin içine dahil edilip, onların gözüyle çatışmayı izleyen gazeteci anlamına geliyormuş. Gerçekten de ilk defa naklen verilen bir savaşı, bizler ABD ordusunun iliştirilmiş gazetecisi Cüney Özdemir gözüyle izlemiştik. Sonradan o dönemin ABD Dışişleri Bakanı C. Powel ‘’Saddamın kimyasal silahları yokmuş, Pentagon ve CIA beni aldattı’’ deyince ah,vah edildi ama neye yarar.

Bizim sözümüz, bu ortamda gazeteci kimliğiyle dolaşan ama özünde  jurnalci  kimliğiyle öne çıkanlara olacak. Gazetecilik dünyasıyla 65 yıllık bir ilişkim var. Okumayı Cumhuriyet gazetesinde 1955 yılında öğrendim. 1968 yılından itibaren de paramla almaya başladım. 60’lı yıllarda konulan ‘’Basın Ahlak Kurallarına’’ uyma zorunluluğu daha sonraki yıllarda da çeşitli ilke ve kurallarla geliştirilip bir tür çerçeve yapı oluşturuldu ‘’halkın haber alma hakkını’’ korumaya yönelik. Ancak geçmişin mesleği gazetecilik olan gazete sahiplerinin yerine holding patronu gazete sahipleri geçince ve gazete yazarlığı ile ihale takipçiliği arasındaki bağlar güçlendikçe yeni moda gazeteciler çoğaldı ve alanı neredeyse bütünüyle kapladılar. Sabah gazetesi bir tarihte seçimden önce İ.Melih Gökçek’i desteklemek için Ankara ekinde onu göklere çıkarıyor ve bu gazeteler Kızılay’da ASKİ kamyonlarından Aski işçileri kullanılarak vatandaşa dağıtılmıştı (hatta çabuk bitsin diye üçer beşer verilimişti). Fetöşlerin para kaynağı Koza-İpek grubu da (Bergama altın işletmesinin sahipleri) Bugün gazetesini  Necatibeyde her gün gelen geçene bedava dağıttılar yıllarca. Bunun gibi nice örnekler var ahlaksızlık boyutunda

Sevgili Mustafa Ekmekçi Ankara’daki Artvin Derneğimizde gazetecilik üzerine konuşurken ‘’İyi gazetecilik, doğru zamanda, doğru kişiye, doğru soru sormaktır’’ demişti, hiç unutmuyorum. Ayrıca ‘’gazeteci haber vermez, haber alır’’ diyordu. Sonradan bu bozularak N’li, K’lı içeriği boşaltıldı.

Bir süredir Artvin’de devam eden bu jurnalcilik çabasının Yeşil Artvin Derneğimiz üzerindeki yoğunlaşmasını ilgiyle izliyoruz. Yeşil Artvin Derneğimiz hem jurnalcilere, hem de kendisine yönelik bazı parti yetkililerinin söylemine gereken cevabı bütün şeffaflıklarıyla kamuoyuyla paylaşmış bulunuyorlar. 25 yılı aşan bu mücadele sürecini alnının akıyla aşan ve her aşamada Artvin Halkının ve Artvin dışındaki tüm Artvinlilerin gururu olan Yeşil Artvin Derneğimiz, fiili ve meşru mücadelesini sürdürmeye devam ediyor ve edecek. Buna inancımız tamdır.

Ama şimdi siz gazeteciyseniz ve  ortada bir haber olduğunu düşünüyorsanız yapacağınız iş; ilgili kişiye veya kuruma ulaşarak haberi kovalamak  ve kamuyu bilgilendirmektir. Yoksa ‘’ kiminle görüştünüz açıklayın, yoksa ben açıklayacağım’’ demek jurnalciliktir. Böyle bir üslubu son yıllarda yandaş medyada çok görmeye başladık. Üstelik ‘’bu görüşmeleri yaparken temsil ettiğiniz halkın görüşlerine başvurdunuz mu, yoksa halk kim ki soralım mı dediniz? demek cehaletin daniskasıdır. Artvin adını kullanan bir medya unsurunda da ‘’dernek ziyareti gizli tutmuş, katılımcı azmış, ziyaret üyelere haber verilmemiş’’ ifadeleriyse yüz kızartıcı. Karadeniz bölgesinde bir geziye çıkarak çevre konusundaki çabaları öğrenmek, bilgi alıp vermek amaçlı HDP heyetinin ziyareti ne gizlidir, ne sizin hayallerinizin ürünü olan bir etkinliğin aracısıdır. Üstelik bu ziyaretin polis istihbarat, jandarma istihbarat ve Milli istihbarat tarafından izlenmediğini sanmak da safdillik olacaktır. Zaten Heyet başkanı da görüşmenin ertesinde attığı tweet ile bu ziyareti ve amacını açıkça ortaya koymuştur fotograf paylaşmıştır. Ziyaret edilenlere ‘’siz niye açıklama yapmadınız’’demek, olsa olsa ‘’biz onların dediğini anlamadık, siz söyleyin belki anlarız’’ saflığının ifadesidir

Kendilerinin çok deneyimli gazeteci olduklarını, bu alanda yıllarca çalıştıklarını söyleyecek olanlara da sözümüz biran önce ‘’özgürce, sermayeden, iş çevrelerinden, siyasi iktidardan uzak, halkın haber alma özgürlüğünü savunarak’’ ahlaki çizgiye gelmeleri, gazetecilik yapmalarıdır,’’ embedded journalist’’ olmamalarıdır, jurnalcilik yapmamalarıdır.