Daha önce de kullandığım sözlerden biridir İbni Haldun’un şu müthiş tespiti:

“Coğrafya kaderdir.”

Yaşadığınız fiziki coğrafya, sosyal coğrafya, kültürel coğrafya, sizin tüm hayatınızı biçimlendirir. O coğrafyadan nefret etseniz, orayı terk etseniz de bu bağımlılık peşinizi bırakmaz.

Kişi, yaşadığı coğrafyayı benimsediği, kendini oraya ait hissettiği oranda oranın gelişmesi için katkı sunmaya çaba harcar. Bu, oraya kısa süreliğine de olsa kamu hizmeti nedeniyle atanan personel için de geçerlidir.

Bir yöreye dışarıdan ziyaret amacıyla gelen yerli, yabancı turistler de oranın yerli ürünlerini tatmak, simge ürünleriyle tanışmak isterler.

Bu girişi neden yaptım?

Yalın bir örnekten yola çıkalım ve Artvin ve yakın coğrafyadan birkaç ili ele alalım. Erzurum, Kars, Ardahan. Bu dört ilin en güzel, özel ürünlerinden biri içme suyudur. Bunlardan birinin gurbetten gelen ya da hep burada yaşayan insanısınız. İlinizde, ilçenizde bir lokanta ya da kafetaryaya gittiniz. Masanıza pet şişe ile Bursa, İzmir, Ya da Ordu’da doldurulmuş endüstriyel su getirildiğinde ne yaparsınız? Kendinize bunu hiç sordunuz mu, bu sıradaki tavrınızı sorguladınız mı?

Eğer psikolojik bir takıntınız yoksa ve kendinizi gerçek anlamda o yöreye ait hissediyorsanız; yapmanız gereken, bir sürahi ile oranın içme suyunu istemek olmalıdır. Bu, sizin hemşehrilik bilincinizin ve toprağınıza duyduğunuz sevginin en temel göstergelerinden biridir.

Burada bir gözlemimi aktarmak istiyorum. Birkaç yıl önce ilçemin kaymakamını ziyarete gitmiştim. İki yıllık görev süresini tamamlamış, yeni yerine gitmek üzere gün sayıyordu. Özel kalemde beklerken sekreter içeri girdi, üzeri pet şişe suyu, kahve fincanı, çay bardağı dolu bir tabla ile dışarı çıkmıştı.

Bu sahneden çok incinmiştim. Bir mülki amir, ziyaretçilerine, iki yıl boyunca yönettiği beldenin en özgün ürünü olan doğal suyu yerine, bilmem nereden doldurulmuş su ikram ediyor. Emin olun bu sahne binlerce kez yaşanmıştı o makamda. O kaymakam, bundaki garipliği fark edecek bilinçle yetiştirilmemişti çünkü. Ama acı olan bir başka durum da herhangi bir hemşehrimiz bu garabeti ona hatırlatmadan yolcu edilecek olmasıydı.

Memleketinizdesiniz. Ya da başka bir yere gittiniz. Bir restoranda sofranıza konan ekmek Türkiye’nin hemen her yerinde seri üretimi yapılan, kepeği alınmış, imansız katkılı beyaz ekmek mi olmalıdır? Yediğiniz yemeğin yapıldığı ürünler, o yörede yetiştirilen değil de bilmem nereden getirilmiş ürünler mi olmalıdır?

Farklı ve çoğu kez haklı nedenlerle kentlere savrulmuş olabiliriz. Doyduğumuz yer gurbet olabilir. Ama bu, bizim doğduğumuz topraklara olan saygımızı, aidiyetimizi zayıflatmamalıdır. Şu salgın günlerinde gördük ki kümes kümes gezse de tilkinin döneceği yer kürkçü dükkânıdır.

Kısa süreli gelenlere sözüm yok; ama gurbetten gelip de ata toprağında aylarca kalanlardansanız ve buna rağmen ilçedeki fırının ağartılmış yavan ekmeğine talim ediyorsanız, soğanından, yumurtasına, tavuğuna dek küresel marketlerin müşterisi iseniz ve onların servetine servet katıyorsanız; yalancıktan yurtseverlik taslamayın. Oturduğunuz her masada” Ne olacak bu memleketin hâli?” diye boşa mavra yapmayın.

Sizin ahvâliniz böyle oldukça memleketin hâli nasıl daha iyi olabilir ki…?