Ülkenin kısa geçmişi pek çok katliama sahne olmuş, hala acıları tazedir. Ancak bu tür davalarda süregiden cezasızlık politikası, geçmişle yüzleşmenin gerçekleşmemesi ve dolayısıyla geçmiş yaraların üzerinin kapanmaması gibi önemli toplumsal sonuçları beraberinde getirmektedir.

İnsanlığa karşı suçlar için öngörülen zamanaşımının uygulanmayacağına ilişkin ceza yasasına getirilen düzenleme ise bu kez davaların farklı yerlere nakli şeklinde bir formüle kavuşturulmuş ve bu kez de sanıklar delil yetersizliğinden beraat ettirilmiştir.

Sivas katliamı hala belleklerde iken, geçtiğimiz hafta Diyarbakır  Cezaevi Katliamı olarak bilinen dava da zamanaşımına uğramıştır.

Öte yandan Temizöz, Musa Çitil, Vartinis davaları olarak bilenen davalarda da sanıkların beraat ettirilmesi, mağdurların mağduriyetini artırırken, adalete olan güvenin zedelenmesi gibi ağır sonuçları doğurmuştur.

Yargının vermiş olduğu bu türden kararlar, devletin faillerin yanında olduğu savını da güçlendirmektedir.

Bu nedenle bir araştırma komisyonu kurulması ve etkin soruşturma yürütülmeden ve faillerin adeta ödüllendirildiği yargılama yöntemlerinin sonuçları ile alınacak önlemlerin tespiti elzemdir.

Halkların Demokratik Partisi Siirtt Milletvekili Meral DANIŞ BEŞTAŞ’ın, zamanaşımına uğrayan bu ve benzeri katliamların TBMM tarafından araştırılmasını isteyen başvurusu:

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA

Türkiye’nin yakın tarihinde gerçekleşen katliamlar başta olmak üzere faili meçhul cinayetler, zorla kaybetmeler gibi insanlığa karşı suçlardan olduğu halde bu davaların zamanaşımına uğraması, yargıya ve adalete olan güveni sarstığı gibi faillerin cezasızlıkla ödüllendirildiği kaygısını da artırmaktadır. Bu bahisle zamanaşımına uğrayan davalar üzerinde bir çalışma yürütülmesi ve bunun topluma olan etkileri ile davaların bir neticeye varmasını sağlayıcı tedbirlerin tespiti amacı ile Anayasa’nın 98’inci, İçtüzüğün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırılması açılmasını arz ve talep ederiz.

GEREKÇE:

Türkiye’nin geçmişinde çeşitli katliamlar yaşanmış olup 1990 yıllar, faili meçhul cinayetlerin arttığı bir dönemin adı olmuşsa da bu davaların zamanaşımına uğraması ve faillerin cezasızlık ile ödüllendirilmesi süreçleri kaygı vericidir.

Geçtiğimiz hafta neticelenen, “Diyarbakır Cezaevi Katliamı”  olarak bilinen dava; Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi’nde  24 Eylül 1996 tarihinde 10 tutuklunun demir sopa ve çubuklarla öldürüldüğü, 24’ünün yaralandığı olaya ilişkin olup daha önce 2 defa kararı açıklanmış ve Yargıtay’dan dönmüştü. Yeniden yapılan  yargılamada, aradan geçen 23 yılın ardından mahkeme heyeti, aralarında asker, polis, gardiyan, cezaevi doktoru ve müdürünün de bulunduğu toplam 72 sanık hakkında açılan davanın zaman aşımından düşürülmesine karar verdi. Zamanaşımından düşme kararı, mahkemenin fiili, mülga Türk Ceza Kanunun 452. Madde kapsamında değerlendirmesinden kaynaklanmıştır. Ancak burada altı çizilmesi gereken husus, yargının failinin memur olduğu davalarda benzer tavrı göstermesidir. Etkin soruşturma yürütmeyerek toplu ölümlere neden olan memurlar için uygulanan zamanaşımı kılıfı, o da olmazsa delil yetersizliği formülü imdada yetişmekte ve netice itibariyle bu tür fillerin devlet eliyle gerçekleştiğine dair yaygın kanaate dönüşmektedir.

Sivas Katliamı davası hala hafızalarda tüm yakıcılığı ile dururken, davanın zamanaşımından düşmesi aynı zamanda toplumsal kırılmanın da nirengi noktası olmuştur. Yine A. Yaman davası olarak bilinen dava 23 duruşma sonra zamanaşımına uğrarken, Süleyman Yeter’in gözaltında öldürülmesi olayından yargılanan 9 polis de zamanaşımı nedeniyle cezasızlıkla ödüllendirilmiştir.

Bayrampaşa Katliamı davası olarak bilinen davanın da bir yıl sonra zamanaşımına uğraması muhtemel olup toplumsal olaylarda faillerin yarattığı suç durumunun adeta suç değilmiş gibi ele alınması son derece sakıncalı ve tehlikelidir.

Diğer yandan insanlığa karşı suçlarda zamanaşımı işlemeyeceğine dair yeni düzenlemenin hayata geçirilmiş olması da ne yazık ki sonuca etkili olamamıştır. Çünkü davaların sağlıklı bir şekilde ilerlemesi için ön koşul olan etkin soruşturma yürütülmezken, davaların “güvenlik” gerekçesiyle farklı yerlere nakledilerek görülmesi, delillerin toplanmasını zorlaştırmaktadır. Bununla birlikte keşif, tanıkların dinlenmesi gibi davanın seyrindeki önemli aşamalar da sürüncemede bırakılmakta ve netice itibariyle sanık lehine delil yetersizliğinden beraat şeklinde kararlar söz konusu olmaktadır. Örneğin Cizre’de, 1993-95 yılları arasında 21 faili meçhul cinayetle ilgili açılan ve aralarında Emekli Jandarma Kıdemli Albay Cemal Temizöz ve eski Cizre Belediye Başkanı Kamil Atağ’ın da bulunduğu 8 kişinin yargılandığı davada mahkeme,  Albay Temizöz dâhil bütün sanıklar hakkında “delil yetersizliğinden”  beraat kararı vermiştir. Mardin’in Derik ilçesinde 1992-1994 yılları arasında zorla kaybedilen 13 kişiyle ilgili dönemin Derik Jandarma Komutanı Tuğgeneral Musa Çitil hakkında “birden fazla kişiyi aynı sebeple öldürmek” suçundan 2012 yılında dava açılmış ise de Adalet Bakanlığı’nın talebi ve Yargıtay  5. Ceza Dairesi’nin onayı ile güvenlik gerekçesiyle Çorum’a nakledilen davada tutuksuz yargılanan Musa Çitil 21 Mayıs 2014 tarihli karar duruşmasında beraat etmiştir. Yargılama sırasında Ankara Bölge Jandarma Komutanlığı’nda görevini sürdüren Musa Çitil ilkin YAŞ kararlarında terfi ettirilerek Tümgeneral olmuş, daha sonra ise ırasıyla Diyarbakır Bölge Jandarma Komutanlığı’na ve Jandarma Genel Komutan Yardımcılığı’na terfi ettirilmiştir. Muş’un Korkut İlçesi’ne bağlı Vartinis  Beldesi’nde 3 Ekim 1993 tarihinde evlerinin ateşe verilmesi sonucu 9 kişinin yakılarak öldürüldüğü ve kamuoyunda Vartinis Davası olarak bilinen davada da tüm sanıkların beraat etmiş olması ne yazık ki tesadüf olmamıştır. Genel anlamda faillerin kolluk olduğu davalarda, uygulanan cezasızlık politikası temel bir pratiğe dönüşmüş durumdadır.

Davaların zamanaşımından düşmesi yahut sanıkların delil yetersizliğinden beraat etmesinin acı sonuçları ise kuşkusuz adalet terazisinin eğik görüntüsü ile izah edilebilir. Adaletin sağlanması ve etkin soruşturma yürütülmesi her yurttaşın anayasal güvence altında olan hakkıdır ve bu hakkın yerini bulması için parlamentonun bir çalışma yürütmesi, geçmiş dönemlerde zamanaşımından düşen davaların yarattığı sonuçların irdelenmesi, bugünü görebilmek ve yarını örebilmek adına elzemdir.